2 Mayıs 2012 Çarşamba

Japonya Seyahati - Tokyo (1)

Aslında herşey eşim ve kuzenleriyle birlikte ( daha sonra bizimle birlikte gelemeseler de ) bir seyahate çıkalım fikri ile başladı.
-          Nereye gidelim
-          Çin’e gidelim.
Eşim tamam o zaman ben ayarlarım deyip inisiyatifi eline aldı.
THY’yi aramış….
-          Çin’e …. tarihinde bilet var mı?
-          Hayır
-          Nereye kampanyalı uçuş var?
-          Hong Kong – Tokyo – Singapur,….
-          O zaman Tokyo’ya bilet alalım…
Bana Tokyo’ya bilet aldım dediğinde şok oldum, zaten vize de yok ama hiç inandırıcı gelmedi, kesin bizi kapıda çevirirler dedim. Biz şubat ayında biletlerimizi ayarladıktan sonra, otel arayışına da girdik, ve Tokyo’da merkeze çok yakın olmasa da metro ile çok rahat ulaşım sağlayabileceğimiz ve bize göre bir nebze daha uygun fiyatlı olan Sheraton Miyako Tokyo otelinde karar kıldık.
Seyahat tarihine kadar ne yapılır, nerelere gidilir araştırmamızı, plan ve programımızı yaptıktan sonra seyahat tarihini beklemeye başladık.
Yalnız Japonya gerçekten düşünce itibariyle çok uzak geliyordu o zamanlar. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz, okuduğumuz japon mucizesini yerinde görme ve tanışma fırsatı elde edecektik. O yüzden 2 kat heyacan vardı.
Seyahat günü geldiğinde sabah 6:50 THY uçağı ile Adana havaalanından yollara düştük . Atatürk havalimanı pasaport kontroldan geçtikten sonra yine başka bir dünyadaydım sanki.

Uçağa bineceğimiz kapıya geldiğimizde THY ile uçmamıza rağmen bekleme koltuklarında oturanların tamamının japonlar olduğunu görünce panik yapmadım dersem yalan olur, bizden başka türk yoktu çünkü. Sonradan öğrendiğimize göre THY-Japan Airlines ortak uçuşuymuş uçağımız.
10-11 saatlik bir uçuştan sonra Tokyo Narita Havalimanına indik. Ancak hiç de beklediğim gibi karşılanmadık, bizi gümrükte çok nazik bir şekilde karşılayıp, hiçbir soru sormadan giriş damgasını bastı gümrük polisi.
Valizlerimizi almaya indiğimizde benim valizim bir türlü banttan çıkmıyordu, kaybolmuştu, son ana kadar bekledik ancak çıkmayınca yetkililere haber verdik, bir form doldurduk, otelin adresini ve telefonu yazdık, valiziniz bulunursa biz size haber verir, otelinize göndeririz dediler . Neyse ki  benim valiz kaybolmuştu, ya eşimin valizi kaybolsaydı, herhalde Tokyo seyahati zehir olurdu, bu konuda bayanlar daha hassas. Sonuçta bir pantolon bir gömlekle kalmıştım.
Daha sonra otele gidiş için japonların 'limousine bus' dedikleri shuttle saatini beklemeye başladık.
Narita Havalimanı
Narita havalimanı şehrin yaklaşık 80 km dışında yer alıyor. Tren ve otobüs gibi toplu taşıma araçları ile şehre ulaşım sağlayabiliyor ve Limousine Bus ile yaklaşık 1saat 50 dk’da şehre ulaşabiliyorsunuz.
Valizin kaybolması, evrak doldurma gibi işlemlerden dolayı biraz gecikmiştik. Otele vardığımızda saat 16.30 civarındaydı. Otel beklediğimiz gibi son derece güzeldi. (Yazmadan geçmek istemiyorum J )En çok dikkatimizi tuvaletteki klozet kapağı çekti. Elektronik sistemli, ısıtmalı, sıcak sulu bir klozet kapağı yerleştirmişler tuvaletlere. Her işi kendisi hallediyor, siz sadece düğmelere basıyorsunuz. Neyse, odamıza yerleşip eşyalarımızı bıraktıktan sonra kendimizi dışarı attık. Otelden metro istasyonuna kalkan ring otobüsü ile biraz dışarıda dolaşıp yemek yemeye ve sonrada dönüp uyumaya karar verdik. Ancak çıkmadan önce  otelin lobisindeki görevlilerden ertesi gün alacağımız sightseeing tour ile ilgili bilgi alıp turumuzu ayarladık. Otel görevlileri tarafından herşey tereddütünüze yer bırakmayacak şekilde son derece ayrıntılı ve anlaşılır şekilde yazılmış, nerelere gidilir, nasıl gidilir diye sorduğunuzda hemen kendi hazırladıkları broşürleri ve krokileri pat diye önünüze koyuyor ve bilgi vermeye başlıyorlar.

Akşam yemeği için Tokyo’da eğlence mekanları ile ünlü roppongi semtine gitmeye karar verdik. Önce otelin ringi ile metro istasyonuna, oradan da metro ile roppongi semtine ulaştık, ancak herhalde pazar akşamı olmasından dolayı pek bir hareketlilik görünmüyordu. Yolumuzun üstünde Tokyo Hard Rock Cafe’yi görünce her zaman yaptığım gibi önünde bir fotoğraf çektirdim.
Hard Rock Cafe - Tokyo

Daha sonra kafamıza uygun bir restauran’da biftek ve salata yeyip tekrar otelin yolunu tuttuk. Öncelikle belirtmeliyim ki Japonya gerçekten pahalı bir ülke. Bu elektronikten tutun da giyime, ulaşıma ve yemeklere kadar herşeyde kendini belli ediyor.
Sabah uyandık, odamızda Türkiye’den getirdiğimiz kahvaltılık malzemelerimiz ile kahvaltımızı yaptık ve lobide bizi almaya gelecek Hatobus’ın otobüsünü beklemeye başladık. Almış olduğumuz 1 günlük turda Yoyogi parkı ve Meiji-Jingu mabedi, imparatorluk sarayı doğu bahçesi, Senso-ji tapınağı ve Nakamise caddesi, lüks alışveriş mağazalarının olduğu Ginza caddesi turu,  Hotel Shiba-Yayoi’nin 12. kattaki Pastel-tei restoranında panaromik manzaralı öğle yemeği, Symphony Cruise ile Tokyo körfezi turu ve Aqua City Odaiba alışveriş merkezi turu bulunmaktaydı.
Turdaki ilk gideceğimiz yer Yoyogi Park ve Meiji Jingu mabediydi.  Shinto inancına ait olan mabed 1912 yılında ölen imparator Meiji ve 1914 yılında ölen imparatoriçe Shoken için 1920 yılında gönüllüler tarafından yapılmış. Park için çeşitli yerlerden getirilen 100.000 adet ağaç dikilmiş. Park diyorum ama sanki şehrin içerisinde bir çok büyük bir orman desek daha doğru olacak.

Mabede girmeden önce kutsal dumanla günahlarımızdan arındık, sudan içtik, dileklerimizi diledik. Mabede girdiğimizde Shinto rahiplerinin geçişi için hazırlık yapılıyordu. Rahipler çıkmadan önce hepimiz gürültü yapmamamız ve konuşmamamız için uyarıldık. Geçiş sanki askeri bir töreni andırıyordu.
Meiji-Jingu’dan sonra imparatorluk sarayının doğu bahçesine doğru yola çıktık. Daha önceleri Edo kalesi olarak kullanılan saray, meiji restorasyonundan beri imparatorluk sarayı olarak kullanılmaktaymış. Çevresi ise su dolu hendekler çevrilmiş durumda.
İmparatorluk Sarayı
İmparatorluk Sarayı


İmparatorluk sarayının hemen yanıbaşındaki parkta japonya tarihinin en büyük kahramanlarından olan Kusunoki Masashige’nin at üstünde bronz bir heykeli bulunmakta. 14. Yüzyılda yaşamış olan bu samuray cesaret, şeref ve imparatora karşı koşulsuz sadakatin en büyük temsilcilerinden biri olarak kabul ediliyormuş ve 2.dünya savaşında kamikaze pilotlarına da ilham kaynağı olmuş. Öleceğini bildiği halde kendinden imparatordan aldığı emirle sayıca çok daha fazla olan asilere karşı savaşa gidip esir düşeceğini anladığı anda harakiri yaparak intihar etmiş. Efsaneye göre son sözleri ‘ keşke imparator için verecek 7 canım daha olsaydı ‘ imiş.
Kusunoki Masashige
Bir sonraki durağımız budist senso-ji tapınağı ve hemen yanıbaşında yer alan Japonya’nın en eski alışveriş merkezlerinden biri olan  Nakamise’ydi.

Senso-ji tapınağı bizi canlı renkleriyle karşıladı. Buraya girişte de yine dumanla günahlarımızdan arındık, içeride dilek havuzuna para attık, fal kağıdı çektik. Yalnız burada bana göre çok önemli bir tespit yapmak istiyorum. İlginçtir, aynen islamiyette ve hristiyanlıkta olduğu gibi burada da bir şekilde para toplama ön planda. Tüm dünyada ruhani olayların bir şekilde parasal desteğe ihtiyacı var sanki. İbadet yapıyorsanız bir şekilde para veriyorsunuz.
Senso-Ji Tapınağı














Nakamise ufacık ufacık dükkanların olduğu  genellikle hediyelik eşyalar ve japon şekerlemeleri ve tatlılarının satıldığı bir yer.  Hediyelik eşyalar genellikle Türkiye şartlarına göre pahalı, çoğu da çin malı zannedersem.
Nakamise Street
Tur otobüsü ile öğle yemeğini yiyeceğimiz restorana giderken de ünlü alışveriş markalarının yer aldığı Ginza semtinden geçtik. 3.durağımız Hotel Shiba-Yayoi ’nin 12. katında bulunan ve duvarları camla kaplı olduğu için son derece güzel bir seyir zevki veren Pastel-Tei adlı restorandı.

Yemeğimizi yerken Tokyo körfezi, Sumida nehri, Hamarikyu nehri ve çevresini seyretmek sonderece zevkliydi. Yemekte harika bir beyaz japon şarabı eşliğinde balık menüsü de bayağı lezzetliydi. Yemekten sonra da yeşil çay ikram ettiler.

Öğleden sonra Symphony cruise ile gemi turumuz başladı. Yaklaşık 1 saat boyunca Tokyo körfezi, Rainbow köprüsü ve Odaiba adası çevresinde turladıktan sonra yine kalkış yaptığımız iskelye döndük.
Son durağımız Odaiba’daki Aqua City alışveriş merkeziydi. Aynen bizim bildiğimiz alışveriş merkezi ve park. 1998 yılında ‘Japonya’daki Fransa yılı’ etkinlikleri çerçevesinde parka özgürlük anıtının küçük bir versiyonunu yapmışlar. Anıt ve körfezin görüntüsü birleşince New York’tasınız izlenimi veriyor.


Akşama doğru saat turumuz bitmişti. Biraz Ginza’da dolaşıp birşeyler yemeye karar verdik. Eşim Türkiye’de araştırma yaptığı sırada duyduğu sushi barlar sushi yemek istedi. En az 1 saat ginza’da sushici aradık, ancak kime sorduysak sushi bar için burada yok ya da böyle birşeyi hiç duymamış gibi bilmiyorum dedi. Hafiften yağmur da başlamıştı.

Sushi peşinde - Ginza

Kabuki-Za Tiyatrosu - Ginza

Saat 8.30 olunca artık pes ettim ve daha önce önünden geçtiğimiz ve menüsünde balık çorbası yazan bir vietnam lokantasına daldım. Eşim hala sushi yeme peşindeydi, o yüzden herhangi bir sipariş vermedi. Balık çorbası geldiğinde balıklar nasılmış diye biraz çorbayı kaşıkla karıştırdım, ancak çorbanın üzerinde yüzen minik minik siyah pörtlek gözlü yaratıklardan başka bir şey yoktu, bildiğimiz balık larvaları yani. Ama gerçekten açlıktan mıdır, yorgunlukan mıdır bilemiyorum çorbayı da larvaları da sildim süpürdüm.






Daha sonra eşim için de vietnam lokantasından az ilerisinde bir hint lokantası keşfettik. Artık haşlanmaktan canı çıkmış bir tavuk butu ve üzerine dökülmüş özel bir sostan oluşan bir yemek sipariş sipariş etti. Yemeğimizi yedikten sonra otele doğru yola koyulduk. Otele vardığımızda otel görevlileri gündüz havaalanından arandığımızı ve valizimizin bulunup otele getirildiğini  söylediler. Neyse ki son 4 günümü aynı kıyafetlerle geçirmek zorunda kalmayacaktım.
Tokyo’daki 3.günümüzü elektronikçiler çarşısı da diyebileceğim Akihabara semtini gezmek için harcadık. İstanbul’daki DoğuBank benzeri bir yer olduğunu söyleyebilirim. Elektronik eşyalarından cep telefonlarına ve beyaz eşyaya kadar ne isterseniz bulabileceğiniz bir yer. Ancak klasik japon markaları ve apple dışında dışında pek bir seçeneğiniz olmadığını söyleyebilirim. Zaten onların fiyatları da Türkiye’dekilerin altında değil, hatta daha pahalı bile olabilir. Yine de yeni piyasaya sürülmüş olan bir fotoğraf makinesi aldık.  

Bir ara dolaşmaktan yorulunca japonların starbuck's cafe benzeri bir yer olan excelsior cafe'sinde yarım saatlik mola verdik.
Öğlene doğru Akihabara metro durağı yakınlarında Yodobashi Camera diye bir 8 katlı bir mağaza keşfettik. Sanki bütün Akihabara semtini bu mağazaya toplamışlardı, hele ki yazımın başlarında bahsettiğim klozet kapağının da burada satıldığını görünce iyice sevindirik oldum. Fiyatları 200$’dan 1000$ kadar değişiyordu. Sizi gördüğünde otomatik olarak açılanından tutun da radyolusu, müzik çalarlısına kadar her çeşidi vardı. Biraz paketin büyüklüğü ( valize sığmayacaktı, açıkta götürünce de gümrükte problem çıkararırlar kaygısıyla ) biraz da montajı  konusunda kaygılarım oluştuğundan almayı çok istediğim kapağı son anda almaktan vazgeçtim.

Japonya’daki restoranların en ilginç yönü menülerini birebir vitrinlerinde mumyalı ya da mumyadan yemek maketleri olarak sergiliyor olmaları. Eşimle beraber ne yiyebiliriz diye food-court’ta vitrinlere baka baka ilerlerken dün aradığımız sushi bardan bir tane de burada olduğunu görünce gözlerimiz faltaşı gibi açıldı, hemen içeri daldık ve sushibaşına (ocakbaşından esinlendim) oturduk. Önümüzde dönen konveyör bantta onlarca çeşit sushi geçit töreni yapıyordu. Hangisini gözüne kestiriyorsan önünden geçerken tabağı kapıyor ve yemeye başlıyorsun, ortada bir sushi ustası duruyor ve konveyör bant üzerindeki tabaklar azaldıkça, sushileri hazırlayıp hazırlayıp banta koyuyor,  aynı bizdeki ocakbaşı restoran gibi. Tabaklara renklerine göre ayrılmış, fiyatları da farklı farklı, sonuçta boş tabaklar önünde birikiyor, yemeyi bitirdikten garsonu çağırıyorsun, o da elinde bir elektronik aletle gelip tabakları okutuyor ve  hesabı ödüyorsun. Kendini gurme olarak kabul eden eşim bile sushilerin çeşitleri karşısında dehşete düştü, inci tanesi büyüklüğündeki havyarlardan tutun da garip balıkların olduğu sushileri yemekte bayağı zorlandı. Neyse ki benim denemediğim çeşit kalmamıştı.

Sushi Bar
Akşama kadar Akihabara’da gezdikten sonra yemek yemek için bizim damak tadımıza daha uygun olan bir çin restoranı aramaya başladık. Akşama doğru yağmur da başlamıştı. Bayağı bir gezdikten sonra bir pasajın 3. katındaki bir çin lokantası kafamıza yattı. Salaş bir yer olmasına rağmen yemekleri ve tatlıları son derece lezzetliydi. Ancak garsonlarla olan dil problemi ve menülerin japonca olmasından dolayı yaklaşık 30 dakika siparişimizi verebildik.
Ertesi gün Japonya’nın en büyük 2. şehri olan Yokohama’yı gezecektik.....


<-----Tokyo hakkında                                                          Japonya Seyahati - Tokyo ve Yokohama-2------>



visited 25 states (11.1%)
>

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.