Parlemento Sarayının Balkonu |
4 günlük iş seyahati sebebiyle Bükreş’e gitmem gerekiyordu,
ancak seyahat edilecek yerler listesinde üst sıralarda yer almadığından dolayı
Bükreş’te ne yapabileceğimize dair pek de fazla bir bilgi bulamamıştım.
THY’nın tarifeli uçağı ile bir Pazar sabahı yollara düştük.
Uçağın İstanbul’dan kalkması ile inmesi bir oldu diyebilirim. Neredeyse uçakta
dağıtılan kahvaltıyı bile zor bitirdik.
Uçak inmeden önce havadan Bükreş’e bakıldığında dümdüz bir
ovada kurulu olduğunu ve son derece geniş bir alana yayıldığını
görebiliyorsunuz.
Havaalanına inip pasaport kontrol’den geçerken bayağı
garipsedim, ne fotoğraf çekimi ne kamera ne de göz taraması vardı, pasaport
polisi damgayı bastı ve böylece Romanya’ya girmiş olduk.
Havalimanı şehrin 15-16 km dışında yer alıyor, Bükreşli
taksicilerin ününü duyduktan sonra ise taksi ile şehir merkezine gitmek pek
akıllıca değil diye düşünüyorum, bir de
trafiği gördükten sonra herhalde 45-50 dk’da ancak gidilebilir diye tahmin
ediyorum. Özellikle dönüş için şehir merkezinden gelecekseniz ve trafiğe de
takılırsanız eğer, havaalanına ulaşmanız 1-1,5 saat sürebilir, o yüzden
vakitlice çıkmakta fayda var. Araç sayısını gördüğünüzde trafiğin neden bu
kadar kilit olduğunu anlayacaksınız, hatta şehir merkezinde trafiğin durumuna
göre farklı günlerde aynı yere gitseniz dahi muhtemelen aynı yerden
geçmeyeceğiniz için kesinlikle yolları da öğrenmekte zorluk çekiyorsunuz.
Komünist dönemden kalma bir alışkanlık olarak yollar geniş tutulmuş olsa da
Romenlerin AB’ye katılmasından sonra araç sayısı bir hayli arttığı için mevcut
yollar yetmiyor diyebilirim. Tabii bütün bu anlattıklarım sadece 2.2 milyon
nüfuslu Bükreş için geçerli ve ortalama her aileye 1,5 araba düştüğü
söyleniyor.
Bükreş’te kalacağımız otel Athenee Palace Hilton Bucharest
oteldi. 3 günlük konaklamalar için promosyon bir kampanya yakaladığımız için
bayağı uygun bir fiyata kaldık. Konum olarak da neredeyse şehrin göbeğinde
olduğu için ulaşım için hiçbir şekilde zorlanmadık.
Otelimizin yanıbaşında adını da aldığı Romen Atheneum
(Ateneul Roman) bulunuyor, aynı zamanda otel Devrim Meydanı’na da bakıyor.
Romen Atheneum; klasik müzik konserleri ve eski Roma tarzı gösterişli
mimarisiyle bayağı görkemli bir yapı olarak hemen yanıbaşımızda duruyor.
Bahçesinde ise ünlü Romen şairlerden Mihail Eminescu’nun heykeli bulunmakta.
1888 yılında Fransız mimar Albert Galleron tarafından yapımına başlanmış,
inşası için asıl kaynak sağlayan kişilerin paralarının tükenmesi sonucu halkın bağışlarıyla bitirilmiş ve dünyaca
ünlü bir akustiğe sahip olduğu söyleniyor.
Binanın girişindeki sütunların arka tarafında da beş Romen devlet
adamının mozaikleri yeralmakta.
Otelin baktığı, Devrim Meydanı (Piaţa Revoluţiei), 1989’daki
Romanya Devrimi’nden sonra bu isimle anılmaya başlamış, Eskiden Kraliyet Sarayı
olarak adlandırılan Ulusal Sanat Müzesi binası, Roman Athenaeum, Athénée Palace
Otel, Bükreş Üniversitesi Kütüphanesi,
Yeniden Doğuş Anıtı ve Kretzulescu Kilisesi gibi şehrin tarihini
yansıtan birçok yapı bu meydanda bulunmakta. Bu meydan; daha dün gibi
hatırladığım, 1989’da, Nikolay Çavuşesku ve eşinin helikopteriyle ülkeden
kaçmasına tanıklık etmiş ve bu an televizyonlar tarafından da yayınlamıştı.
Romanya Komünist Partisi’nin meydana bakan eski Merkezî Komite Binası;
Çavuşesku’nun yurtdışına kaçtığı helikopterin hareket ettiği yer olarak da
bilinmekte. Bina, bugün İçişleri ve İdari Reform Bakanlığı tarafından
kullanılmaktadır.
19. yüzyılın sonlarında başa geçen Romanya kralı adına
dikilen ve bu meydanla özdeşleşen I.Caron Heykeli ise, daha önce 1930 yılında inşa edilmiş; fakat
1948 yılında komünist yönetim tarafından yıkılmış, 2007 yılında ünlü
heykeltıraş Florin Codre tarafından bu eserin yeniden bir benzeri yapılarak
bugünkü görünümünü almış.
Eşyalarımızı odamıza bıraktıktan sonra öncelikle paramızı
bozdurmak için dışarı çıktık ve gezinmeye başladık. Pazar günü olduğundan mı
yoksa hem Pazar hem de Downtown’da olduğumuzdan dolayı mıdır bilemiyorum,
neredeyse sokaklarda kimsecikler yoktu. Para bozdurabileceğimiz açık olan
nöbetçi bir yer bulup paramızı bozdurduktan sonra dolaşmaya devam ettik. Şehrin
geniş caddelerinden gezerek 10-15 dk içinde Üniversite Meydanına (Piata
Universitatii) ulaştık. Bükreş Üniversitesi’nin mimarlık bölümü binasını,
Bükreş Ulusal Tiyatrosu’nu, Coltea Hastanesi’ni ve Bükreş Tarihi Müzesi’ne ev sahipliği yapan
Sutu Sarayı aynı meydanda bulunmakta.
Bükreş Ulusal Tiyatrosu’nun önündeki parkta bulunan Caruta Cu
Paiate heykelinin önünde fotoğraf çektirip daha ne yapabiliriz diye bakınırken Üniversite
binasının önünden yürümeye devam ettik. Yemek yemek için açık bir yer bulmakta da
zorlandık, neredeyse hiçbir yer açık değildi. Gezinirken Pizza Hut’ı görünce
pizza yemeye karar verdik. Yemeklerimizi yedikten sonra otelimize geri döndük.
Ancak ben tekrar çıkıp dolaşmak istedim. Bunun için otelin
concierge’indeki görevliye nereye gidebilirim, neler yapabilirim diye sorunca
görevli beni elime bir harita tutuşturdu ve beni cafe, restoran ve eğlence
mekanlarının yer aldığı Lipscani bölgesine yönlendirdi. Otelimizin ne kadar
merkezi bir yerde yer aldığını Lipscani bölgesine yürürken daha iyi anladım.
Neredeyse birçok ünlü ve tarihi mekana yürüme mesafesindeydi.
Bükreş’in tarihi sokaklarında yürürken bir yandan haritadan
yönümü bulmaya diğer yandan da Lipscani bölgesine ulaşmaya çalışıyordum. Bu
arada yanlış bir tarafa yönlenmiş bulundum ancak yürürken ileride Çavuşesku’nun
sarayını görünce yanlışlıkla başka bir ünlü mekana gelmiş olduğumu anladım.
İnanılmaz derecede görkemli bir saray yaptırmış. Sarayın ön tarafında kocaman
bir park mevcut ve parkın önünden de şehri neredeyse 2’ye bölen Dambovita Nehri
geçiyor.Sarayın etrafında gezip birkaç fotoğraf çektikten sonra Lipscani
bölgesine tekrardan yönlendim.
Lipscani bölgesini, Bodrum-Marmaris’teki barlar sokağı benzeri
bir yer olarak nitelendirebiliriz. Aynı zamanda bu bölgede birçok tarihi mekan
da bulunuyor. Sokak aralarında dolaşıp ne var ne yok diye etrafı kolaçan
ettikten ve oldukça yorulduktan sonra otele doğru tekrar yönlendim.
Otelde
biraz dinlendikten sonra Bükreş’e gittiğimiz direktörümle beraber birşeyler
yemek üzere Lipscani bölgesine doğru yönlendik. Sokak aralarında gezip çeşitli tarihi mekanların fotoğraflarını
çekerken bir Türk dönercisine rastladık,
bahçesindeki televizyonda Fenerbahçe-Rizespor maçını görünce de oturduk ve yemek
için tabakta döner söyledik, bir yandan yemeğimizi yerken diğer yandan da
keyifle Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan edeceği maçı izliyorduk.
Yemeklerimizi yedikten sonra dönercinin tam Türk usulü kurmuş olduğu çay
ocağından da çaylarımızı içtik. Daha sonra kalkıp yine geldiğimiz gibi sokak
aralarında dolaşarak otelimize geri döndük. Ertesi gün yapacağımız toplantı
için hazırlık yapmamız gerekiyordu.
Akşam yemeği için yolda gelirken gördüğümüz Nan Jing adlı
çin restoranına gittik. Dışarıdan görüntü oldukça güzel olsa da yemekleri
konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Gittiğim çin restoranları arasında en lüksü
olmasına rağmen hiç tad alamadığım tek restoran olma özelliğine de sahip oldu.Yemeğimizi yedikten sonra dışarı çıkıp dolaşmaya karar
verdik.
Otelimizin hemen yan sokağında muhtemelen şehirdeki en iyilerden biri olan Chocolat adlı butik restoran-cafe-pastane’ye rastgelince sıcak birşeyler içip tatlı birşeyler yemek için içeriye girdik. İyi ki de girmişiz, tarzı, yemekleri, içecekleri, tatlıları, makaronları ve çikolataları muhteşem görünüyordu. Kendime içmek için capucino ve yemek için de Moelleux au choco ( bizdeki çikolata şelalesi ) adlı tatlıyı söyledim. Fiyatları biraz pahalı olsa da inanılmaz derecede lezzetlilerdi. Bükreş'e yolunuz düşerse mutlaka uğramanızı tavsiye ediyorum. Chocolat’tan sonra da otelimize döndük.
Hastasıyım - Moulleux Au Choco |
Restoranda yerimizi ayırttıktan sonra biraz dolaşmaya
alışveriş yapmaya karar verdik ancak şehir merkezinde Mall tarzı bir alışveriş
merkezi bulamadığımızdan daha çok pasajı andıran Unirea Shopping Center’a
gittik, ancak oldukça basık ve kalabalık olduğundan girmemizle çıkmamız bir
oldu. Daha sonra yine yürüyerek otelimize geri döndük ve akşam yemeği için
hazırlandık.
Prime Steaks and Seafood, iyi ki burayı tercih etmişiz
diyebileceğim bir yer oldu. Hemen garsonumuz geldi ve bu gece bizimle
kendisinin ilgileneceğini belirttikten sonra içecek servisimizi yaptı ardından
da siparişlerimizi aldı. Ben T-Bone Steak söyledim, diğerleri de Prime Rib
aldılar. Ancak T-Bone Steak’i tek geçebilirim. Ardından da tatlı olarak
dondurmalarımız geldi. Restoranın ucuz bir yer olmadığını söyleyebilirim ancak
kendi tarzındaki restoranlar arasında da çok da pahalı değildi.
Yemeklerimizi yedikten sonra sıcak birşeyler içmek üzere
tekrar yine hemen yanıbaşımızdaki Chocolat’a gidip capucinolarımızı yudumlayıp
otele tekrar geri döndük. Artık Bükreş’teki son gecemiz de bitmişti.
Ertesi günkü programımızda toplantımızı yapıp Halkın Evi
olarak da bilinen Çavuşesku’nun yaptırdığı Parlamento Sarayı’nı (Palatul
Parlamentului) gezecektik. Girişte güvenlik kontrolunu geçtikten sonra
grubumuza bir rehber eşliğinde yaklaşık 1 saat süren bir tur yapıyorsunuz.
Buraya Halkın Evi demelerinin sebebi inşaatında yaklaşık
25.000 kişi ücretsiz olarak çalışmış ve o yüzden bu adı almış. Pentagon
binasından sonra dünyadaki en büyük yönetim binası. Yapımında ayrıca 700 mimar
görev almış. . 1984 yılında yapılan 12 katlı bina; 1.100 adet oda, 100 mt
uzunluğunda bir lobi ve 4 büyük yeraltı deposundan oluşmakta. Bina önceleri
Çavuşesku’nun karargahı olarak kullanılırken şimdilerde parlemento binası
olarak hizmet veriyor. İçerideki ihtişamı gördüğünüzde ne kadar çok para harcandığını
anlayacaksınız ancak toplam miktarı muhtemelen kimse bilmiyor. Kristal
avizeler, mozaikler, mermer döşemeler, altın
varaklı süslemeler ve sarayı boydan boya kaplayan halılar oldukça muhteşem ve
göz alıcı. İnsan Hakları Odası’ndaki (Sala Drepturilor Omului) avizenin
ağırlığının 2,5 ton olduğu ve saraydaki bazı avizelerin yaklaşık 7.000 adet
ampule sahip olduğu belirtilmekte.
Turumuzu bitirdikten sonra proje ortağımız yemek için bizi Bükreş’ki en sevilen
italyan restoranlarından biri olan Quattro Stagioni’ye götürdü. Kuşkonmaz
çorbasını içip pizzamızı da yedikten sonra eşyalarımızı almak üzere otelimize
döndük.
Eşyalarımızı aldıktan sonra son toplantımızı yapmak üzere
diğer firma ziyaretine gittik. Buradaki görüşmemizi tamamladıktan sonra
havaalanına gitmek üzere yola çıktık.
Bükreş Avrupa Birliğine katıldıktan sonra muhtemelen bizim
30 yılda katettiğimiz mesafeyi 10 yılda almış. Henüz şehirde bir bakımsızlık
hakimse de önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde gerekli restorasyonlar ve
düzenlemeleri tamamladıklarında muhtemelen yeni bir Paris olacaklar.
Bükreş'te Old town da yer alan bir restoran daha tavsiye etmek istiyorum, Caru'cu Bere. Enfes ortam ve tarihi mekanıyla turistleri ve Bükreşlileri kendine çekiyor. Beef Soup, knight dish ve tatlı olarak da papanasi yedim ve çok beğendim.
Bükreş'te Old town da yer alan bir restoran daha tavsiye etmek istiyorum, Caru'cu Bere. Enfes ortam ve tarihi mekanıyla turistleri ve Bükreşlileri kendine çekiyor. Beef Soup, knight dish ve tatlı olarak da papanasi yedim ve çok beğendim.
Caru'cu Bere |
Knight's Dish |
Papanasi |
Bükreş ziyaret etmeye değer mi derseniz bana göre değer, çünkü burnumuzun dibindeki bu güzelliği ömrümüzde bir kez de olsa görmenizi tavsiye ediyorum.
Son olarak İstanbul ve Bükreş ile ilgili ekonomik değerler ve fiyat karşılaştırmasını vermek istiyorum.
visited 25 states (11.1%)