16 Mayıs 2014 Cuma

BÜKREŞ SEYAHATİ

Parlemento Sarayının Balkonu
4 günlük iş seyahati sebebiyle Bükreş’e gitmem gerekiyordu, ancak seyahat edilecek yerler listesinde üst sıralarda yer almadığından dolayı Bükreş’te ne yapabileceğimize dair pek de fazla bir bilgi bulamamıştım.
THY’nın tarifeli uçağı ile bir Pazar sabahı yollara düştük. Uçağın İstanbul’dan kalkması ile inmesi bir oldu diyebilirim. Neredeyse uçakta dağıtılan kahvaltıyı bile zor bitirdik.
Uçak inmeden önce havadan Bükreş’e bakıldığında dümdüz bir ovada kurulu olduğunu ve son derece geniş bir alana yayıldığını görebiliyorsunuz.
Havaalanına inip pasaport kontrol’den geçerken bayağı garipsedim, ne fotoğraf çekimi ne kamera ne de göz taraması vardı, pasaport polisi damgayı bastı ve böylece Romanya’ya girmiş olduk.
Havalimanı şehrin 15-16 km dışında yer alıyor, Bükreşli taksicilerin ününü duyduktan sonra ise taksi ile şehir merkezine gitmek pek akıllıca değil diye düşünüyorum,  bir de trafiği gördükten sonra herhalde 45-50 dk’da ancak gidilebilir diye tahmin ediyorum. Özellikle dönüş için şehir merkezinden gelecekseniz ve trafiğe de takılırsanız eğer, havaalanına ulaşmanız 1-1,5 saat sürebilir, o yüzden vakitlice çıkmakta fayda var. Araç sayısını gördüğünüzde trafiğin neden bu kadar kilit olduğunu anlayacaksınız, hatta şehir merkezinde trafiğin durumuna göre farklı günlerde aynı yere gitseniz dahi muhtemelen aynı yerden geçmeyeceğiniz için kesinlikle yolları da öğrenmekte zorluk çekiyorsunuz. Komünist dönemden kalma bir alışkanlık olarak yollar geniş tutulmuş olsa da Romenlerin AB’ye katılmasından sonra araç sayısı bir hayli arttığı için mevcut yollar yetmiyor diyebilirim. Tabii bütün bu anlattıklarım sadece 2.2 milyon nüfuslu Bükreş için geçerli ve ortalama her aileye 1,5 araba düştüğü söyleniyor.
Bükreş’te kalacağımız otel Athenee Palace Hilton Bucharest oteldi. 3 günlük konaklamalar için promosyon bir kampanya yakaladığımız için bayağı uygun bir fiyata kaldık. Konum olarak da neredeyse şehrin göbeğinde olduğu için ulaşım için hiçbir şekilde zorlanmadık.




Otelimizin yanıbaşında adını da aldığı Romen Atheneum (Ateneul Roman) bulunuyor, aynı zamanda otel Devrim Meydanı’na da bakıyor. Romen Atheneum; klasik müzik konserleri ve eski Roma tarzı gösterişli mimarisiyle bayağı görkemli bir yapı olarak hemen yanıbaşımızda duruyor. Bahçesinde ise ünlü Romen şairlerden Mihail Eminescu’nun heykeli bulunmakta. 1888 yılında Fransız mimar Albert Galleron tarafından yapımına başlanmış, inşası için asıl kaynak sağlayan kişilerin paralarının tükenmesi sonucu  halkın bağışlarıyla bitirilmiş ve dünyaca ünlü bir akustiğe sahip olduğu söyleniyor.  Binanın girişindeki sütunların arka tarafında da beş Romen devlet adamının mozaikleri yeralmakta.
Otelin baktığı, Devrim Meydanı (Piaţa Revoluţiei), 1989’daki Romanya Devrimi’nden sonra bu isimle anılmaya başlamış, Eskiden Kraliyet Sarayı olarak adlandırılan Ulusal Sanat Müzesi binası, Roman Athenaeum, Athénée Palace Otel, Bükreş Üniversitesi Kütüphanesi,  Yeniden Doğuş Anıtı ve Kretzulescu Kilisesi gibi şehrin tarihini yansıtan birçok yapı bu meydanda bulunmakta. Bu meydan; daha dün gibi hatırladığım, 1989’da, Nikolay Çavuşesku ve eşinin helikopteriyle ülkeden kaçmasına tanıklık etmiş ve bu an televizyonlar tarafından da yayınlamıştı. Romanya Komünist Partisi’nin meydana bakan eski Merkezî Komite Binası; Çavuşesku’nun yurtdışına kaçtığı helikopterin hareket ettiği yer olarak da bilinmekte. Bina, bugün İçişleri ve İdari Reform Bakanlığı tarafından kullanılmaktadır.


























19. yüzyılın sonlarında başa geçen Romanya kralı adına dikilen ve bu meydanla özdeşleşen I.Caron Heykeli ise,  daha önce 1930 yılında inşa edilmiş; fakat 1948 yılında komünist yönetim tarafından yıkılmış, 2007 yılında ünlü heykeltıraş Florin Codre tarafından bu eserin yeniden bir benzeri yapılarak bugünkü görünümünü almış.
Eşyalarımızı odamıza bıraktıktan sonra öncelikle paramızı bozdurmak için dışarı çıktık ve gezinmeye başladık. Pazar günü olduğundan mı yoksa hem Pazar hem de Downtown’da olduğumuzdan dolayı mıdır bilemiyorum, neredeyse sokaklarda kimsecikler yoktu. Para bozdurabileceğimiz açık olan nöbetçi bir yer bulup paramızı bozdurduktan sonra dolaşmaya devam ettik. Şehrin geniş caddelerinden gezerek 10-15 dk içinde Üniversite Meydanına (Piata Universitatii) ulaştık. Bükreş Üniversitesi’nin mimarlık bölümü binasını, Bükreş Ulusal Tiyatrosu’nu, Coltea Hastanesi’ni ve  Bükreş Tarihi Müzesi’ne ev sahipliği yapan Sutu Sarayı aynı meydanda bulunmakta.












Bükreş Ulusal Tiyatrosu’nun önündeki parkta bulunan Caruta Cu Paiate heykelinin önünde fotoğraf çektirip daha ne yapabiliriz diye bakınırken Üniversite binasının önünden yürümeye devam ettik. Yemek yemek için açık bir yer bulmakta da zorlandık, neredeyse hiçbir yer açık değildi. Gezinirken Pizza Hut’ı görünce pizza yemeye karar verdik. Yemeklerimizi yedikten sonra otelimize geri döndük.


Ancak ben tekrar çıkıp dolaşmak istedim. Bunun için otelin concierge’indeki görevliye nereye gidebilirim, neler yapabilirim diye sorunca görevli beni elime bir harita tutuşturdu ve beni cafe, restoran ve eğlence mekanlarının yer aldığı Lipscani bölgesine yönlendirdi. Otelimizin ne kadar merkezi bir yerde yer aldığını Lipscani bölgesine yürürken daha iyi anladım. Neredeyse birçok ünlü ve tarihi mekana yürüme mesafesindeydi.












Bükreş’in tarihi sokaklarında yürürken bir yandan haritadan yönümü bulmaya diğer yandan da Lipscani bölgesine ulaşmaya çalışıyordum. Bu arada yanlış bir tarafa yönlenmiş bulundum ancak yürürken ileride Çavuşesku’nun sarayını görünce yanlışlıkla başka bir ünlü mekana gelmiş olduğumu anladım. İnanılmaz derecede görkemli bir saray yaptırmış. Sarayın ön tarafında kocaman bir park mevcut ve parkın önünden de şehri neredeyse 2’ye bölen Dambovita Nehri geçiyor.Sarayın etrafında gezip birkaç fotoğraf çektikten sonra Lipscani bölgesine tekrardan yönlendim.

















Lipscani bölgesini, Bodrum-Marmaris’teki barlar sokağı benzeri bir yer olarak nitelendirebiliriz. Aynı zamanda bu bölgede birçok tarihi mekan da bulunuyor. Sokak aralarında dolaşıp ne var ne yok diye etrafı kolaçan ettikten ve oldukça yorulduktan sonra otele doğru tekrar yönlendim. 



























Otelde biraz dinlendikten sonra Bükreş’e gittiğimiz direktörümle beraber birşeyler yemek üzere Lipscani bölgesine doğru yönlendik. Sokak aralarında gezip  çeşitli tarihi mekanların fotoğraflarını çekerken  bir Türk dönercisine rastladık, bahçesindeki televizyonda Fenerbahçe-Rizespor maçını görünce de oturduk ve yemek için tabakta döner söyledik, bir yandan yemeğimizi yerken diğer yandan da keyifle Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu ilan edeceği maçı izliyorduk. Yemeklerimizi yedikten sonra dönercinin tam Türk usulü kurmuş olduğu çay ocağından da çaylarımızı içtik. Daha sonra kalkıp yine geldiğimiz gibi sokak aralarında dolaşarak otelimize geri döndük. Ertesi gün yapacağımız toplantı için hazırlık yapmamız gerekiyordu.














Pazartesi sabah kahvaltımızı marketten aldığımız peynirli sandviçlerle yaptıktan sonra ve toplantının yapılacağı yere gittik.  Tanışma ve toplantılardan sonra saat 15 gibi toplantı bitti. Toplantının organizatörü olan Romen INDTPC kuruluşu bizi Romen Köy Müzesine (Muzeul National Al Satului) götürecekti. Proje ortaklarımız olan Kore’liler ve diğer Romen’lerle beraber  müzeye gittik. Aslında kapalı bir mekan değil, 36 dönümlük bir açık hava müzesi. Eski zamanlardan beri romenlerin geleneksel yerleşik köy yaşamına ait evleri, kiliseleri, ahırları yer almakta. Burada bir rehber eşliğinde dolaştıktan sonra bizi tekrar otelimize bıraktılar.
























Akşam yemeği için yolda gelirken gördüğümüz Nan Jing adlı çin restoranına gittik. Dışarıdan görüntü oldukça güzel olsa da yemekleri konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Gittiğim çin restoranları arasında en lüksü olmasına rağmen hiç tad alamadığım tek restoran olma özelliğine de sahip oldu.Yemeğimizi yedikten sonra dışarı çıkıp dolaşmaya karar verdik.

















Otelimizin hemen yan sokağında muhtemelen şehirdeki en iyilerden biri olan Chocolat adlı  butik restoran-cafe-pastane’ye rastgelince sıcak birşeyler içip tatlı birşeyler yemek için içeriye girdik. İyi ki de girmişiz, tarzı, yemekleri, içecekleri, tatlıları, makaronları ve çikolataları muhteşem görünüyordu.  Kendime içmek için capucino ve yemek için de Moelleux au choco ( bizdeki çikolata şelalesi ) adlı tatlıyı söyledim. Fiyatları biraz pahalı olsa da inanılmaz derecede lezzetlilerdi. Bükreş'e yolunuz düşerse mutlaka uğramanızı tavsiye ediyorum. Chocolat’tan sonra da otelimize döndük.

Hastasıyım - Moulleux Au Choco
Ertesi sabah kahvaltı yapmak için biryerler ararken Baklava adlı Türk tatlıcısına denk geldik. Sabah su böreği ve kıymalı börek yeyip çay içtikten sonra toplantı için INDTPC’nin binasına gittik. Öğleden sonra 16 gibi toplantımız biitiğinde akşam yemeğinde ızgara – biftek tarzı birşeyler yemek istedik. Tripadvisor’ın tavsiye ettiği restoranların biri olan Radisson Blu oteli içerisindeki Prime Steaks and Seafood kafamıza yattı, hem otelimize de çok yakındı.
Restoranda yerimizi ayırttıktan sonra biraz dolaşmaya alışveriş yapmaya karar verdik ancak şehir merkezinde Mall tarzı bir alışveriş merkezi bulamadığımızdan daha çok pasajı andıran Unirea Shopping Center’a gittik, ancak oldukça basık ve kalabalık olduğundan girmemizle çıkmamız bir oldu. Daha sonra yine yürüyerek otelimize geri döndük ve akşam yemeği için hazırlandık.
Prime Steaks and Seafood, iyi ki burayı tercih etmişiz diyebileceğim bir yer oldu. Hemen garsonumuz geldi ve bu gece bizimle kendisinin ilgileneceğini belirttikten sonra içecek servisimizi yaptı ardından da siparişlerimizi aldı. Ben T-Bone Steak söyledim, diğerleri de Prime Rib aldılar. Ancak T-Bone Steak’i tek geçebilirim. Ardından da tatlı olarak dondurmalarımız geldi. Restoranın ucuz bir yer olmadığını söyleyebilirim ancak kendi tarzındaki restoranlar arasında da çok da pahalı değildi.
















Yemeklerimizi yedikten sonra sıcak birşeyler içmek üzere tekrar yine hemen yanıbaşımızdaki Chocolat’a gidip capucinolarımızı yudumlayıp otele tekrar geri döndük. Artık Bükreş’teki son gecemiz de bitmişti.
Ertesi günkü programımızda toplantımızı yapıp Halkın Evi olarak da bilinen Çavuşesku’nun yaptırdığı Parlamento Sarayı’nı (Palatul Parlamentului) gezecektik. Girişte güvenlik kontrolunu geçtikten sonra grubumuza bir rehber eşliğinde yaklaşık 1 saat süren bir tur yapıyorsunuz.

























Buraya Halkın Evi demelerinin sebebi inşaatında yaklaşık 25.000 kişi ücretsiz olarak çalışmış ve o yüzden bu adı almış. Pentagon binasından sonra dünyadaki en büyük yönetim binası. Yapımında ayrıca 700 mimar görev almış. . 1984 yılında yapılan 12 katlı bina;  1.100 adet oda, 100 mt uzunluğunda bir lobi ve 4 büyük yeraltı deposundan oluşmakta. Bina önceleri Çavuşesku’nun karargahı olarak kullanılırken şimdilerde parlemento binası olarak hizmet veriyor. İçerideki ihtişamı gördüğünüzde ne kadar çok para harcandığını anlayacaksınız ancak toplam miktarı muhtemelen kimse bilmiyor. Kristal avizeler, mozaikler,  mermer döşemeler, altın varaklı süslemeler ve sarayı boydan boya kaplayan halılar oldukça muhteşem ve göz alıcı.  İnsan Hakları Odası’ndaki (Sala Drepturilor Omului) avizenin ağırlığının 2,5 ton olduğu ve saraydaki bazı avizelerin yaklaşık 7.000 adet ampule sahip olduğu belirtilmekte. 















Turumuzu bitirdikten sonra proje ortağımız yemek için bizi Bükreş’ki en sevilen italyan restoranlarından biri olan Quattro Stagioni’ye götürdü. Kuşkonmaz çorbasını içip pizzamızı da yedikten sonra eşyalarımızı almak üzere otelimize döndük.
Eşyalarımızı aldıktan sonra son toplantımızı yapmak üzere diğer firma ziyaretine gittik. Buradaki görüşmemizi tamamladıktan sonra havaalanına gitmek üzere yola çıktık.

















Bükreş Avrupa Birliğine katıldıktan sonra muhtemelen bizim 30 yılda katettiğimiz mesafeyi 10 yılda almış. Henüz şehirde bir bakımsızlık hakimse de önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde gerekli restorasyonlar ve düzenlemeleri tamamladıklarında muhtemelen yeni bir Paris olacaklar.
Bükreş'te Old town da yer alan bir restoran daha tavsiye etmek istiyorum, Caru'cu Bere. Enfes ortam ve tarihi mekanıyla turistleri ve Bükreşlileri kendine çekiyor. Beef Soup, knight dish ve tatlı olarak da papanasi yedim ve çok beğendim.
Caru'cu Bere

Knight's Dish
Papanasi
























Bükreş ziyaret etmeye değer mi derseniz bana göre değer, çünkü burnumuzun dibindeki bu güzelliği ömrümüzde bir kez de olsa görmenizi tavsiye ediyorum.

Son olarak İstanbul ve Bükreş ile ilgili ekonomik değerler ve fiyat karşılaştırmasını vermek istiyorum.







visited 25 states (11.1%)