28 Aralık 2014 Pazar

DRESDEN GEZİ NOTLARI - KRALLAR ŞEHRİ


İş seyahati için gittiğim Prag’da haftasonum boş olmasından dolayı çevrede nerelere gidebilirim diye araştırırken bana en mantıklı gelen otobüsle 2 saatlik mesafedeki  Dresden şehri oldu. Hem Prag’dan çok uzaklaşmayacak hem de farklı bir ülke ve şehir görecektim.
Saksonya eyaletinin merkezi olan ve aynı zamanda Elbe’nin Floransa’sı olarak da anılan Dresden, Elbe nehrinin iki yakasına kurulmuş olan ve eski doğu almanya toprakları içerisinde yer alan bir şehir. 2. dünya savaşının son günleri olan 13-14 Şubat 1945 tarihlerinde müttefikler tarafından ağır bombardımanlar  ile yerle bir edilmiş, eski şehir olarak bilinen kısım tamamiyle yıkılmış ve eskiden masal şehir olarak bilinen Dresden bir harabeye dönmüş. Şu anda bilinen son rakamlara göre (her ne kadar almanlar savaştan sonra 230bin gibi bir rakam telafuz etseler de ) yaklaşık 20-25bin sivilin hayatına mal olmuş. Bütün savaş boyunca açık şehir olmasına ve bir tek saldırı almamasına rağmen savaşın sona ermesi ve Almanya'nın teslim olması ve bombalanan İngiliz şehirlerinin intikamı için müttefik devletlerin bir taktiği olarak saldırıya uğramış. Savaştan sonra sovyet askerleri tarafından işgal edilip yıllarca Doğu Almanya’nın bir parçası olarak yönetilmiş ve Almanya’nın birleşmesi ile bugünkü halini almış. Şehir 2. Dünya savaşından sonra neredeyse  birebir aynı şekilde inşa edilmiş, binalara baktığınızda bunu hiçbir şekilde anlayamıyorsunuz.
Dresden için ipad’ime Dresden Şehir Rehberini indirmiştim ve onun kılavuzluğunda bir gezi programı yaptım. Haritaya baktığınızda Dresden’in AltStadt ve NeuStadt olarak Elbe nehri ile 2 kısma ayrıldığını ve tarihi yerlerin de bir küme gibi Altstadt’da toplandığını görebilirsiniz. Bu yüzden gezmesi bayağı kolay olacaktı.
Pazar sabahı uyanıp otelime çok yakın olan UAN Florenc otobüs garajına gittim. 900 CZK’ya Dresden için gidiş-dönüş biletimi aldım. Saat 9 otobüsüyle gidecek, 17:30 otobüsüyle dönecektim. Havanın soğuk ve günün kısa olmasından dolayı 17:30’a kadar yeterli olduğunu düşündüm ki bu süre tüm şehri yürüyerek dolaştığım halde neredeyse tam olarak yetti.
Eurolines otobüsü daha önceki tecrübelerimden de bildiğim üzere yine tam zamanında hareket etti. 2 saatlik yol boyunca sıkılmadan kah etrafı seyrederek ve kah otobüste bulunan wifi ile istediğim zaman internete girerek 150 km’lik yolu geçirdim.
Otobüs Dresden’deki merkez tren istasyonunun önündeki otobüs durağında indirdikten sonra Münih’e doğru kendi yoluna devam etti. Dresden’de hafif bir yağmur yağıyordu, nereye gideceğimi ipad’deki haritadan tayin edebilmek için bir wifi bulurum umuduyla istasyona girdim ancak ücretsiz bir wifi olmadığını görünce  tekrar dışarı çıkıp cadde – sokak isimlerine bakarak altstadt’a doğru yönümü çevirdim.
Pazar günü olduğundan dolayı etrafta benim gibi gezmeye gelmiş birkaç turistten başka kimse yoktu. Mağazaların ve dükkanların ise birçoğu ise kapalıydı. Kuzeye doğru yürümeye devam ettim ve bir süre sonra araç trafiğine kapalı olan Prager Strasse’ye ulaştım.  Etraftaki mağazalardan anladığım kadarıyla burası bir alışveriş caddesiydi.


Yürümeye devam ederek doğruca prager strasse üzerinden  see strasse’ye geçtim ve  bir süre sonra Altmarkt Platz’a ulaştım. Burası şehrin ortasında dikdörtgen bir meydan şeklinde. Şehir kurulduğundan beri bu meydanın varlığı tarihteki yazılı dökümanlardan da biliniyormuş. Burası da şehirdeki diğer yerler gibi 2.dünya savaşındaki bombardımanda yerle bir olmuş ancak 1953 yılında yeniden inşaa edilmiş. Geçmişten bugüne kadar festivallerin düzenlendiği, oyunların turnuvaların yapıldığı sosyal bir merkez olmuş.












O gün meydanda sadece pazar günleri kurulan bir panayır  vardı. Hediyelik eşyalardan yeme ve içme büfelerine, atlı karıncadan dönme dolaba kadar herşey çok renkli ve çok çekiciydi. Meydanın karşı tarafında ise binaların arasından Frauenkirsche’nin kubbesi tüm ihtişamı ile görünüyordu. Panayır alanında bir süre takılıp etrafı gezip bir sosisli sandviç yedikten sonra yine kuzeye doğru cadde boyunca yürümeye devam ettim.


Hedefim biran önce Zwinger sarayına ulaşmaktı. 1710 – 1728 yılları arasında barok tarzında inşa edilmiş bir saray olan Zwinger sarayı da 2.dünya savaşı sırasında yerle bir olmuş ve 1951 yılında sovyet ordusunun da desteği ile restore  edilerek halkın ziyaretine açılmış, 1963 yılında ise neredeyse savaştan önceki haline dönmüş. Sarayın geniş bir ön avlusu, bir de terası mevcut. Terasta birşeyler yiyip içebileceğiniz, yorgunluğunuzu üzerinizden atabileceğiniz güzel ve manzaralı bir pastane de mevcut. Saray kompleksinin içerisinde Old Masters resim galerisi, Dresden Porselen koleksiyonu ve Matematik ve Fizik Araçları müzesi bulunmakta. Ancak benim çok fazla vaktim olmadığı için sarayın içerisine girme veya içerisinde bulunan müzeyi gezme gibi bir girişimim olmadı.

Zwinger Sarayı Avlusu























Zwinger sarayından sonra yönümü sarayın hemen arka tarafındaki Theatherplatz meydanına çevirdim. Meydanın sol tarafında SemperOper, sağ tarafında ise Katholische Hofkirche Kilisesi bulunmakta. Semperoper, 1841 yılında yapılmış ve avrupanın en eski opera binası olarak biliniyor. 1869 yılında çıkan yangında kısmen yanmış, 1878 yılında tekrar yapılmış, 2.dünya savaşında ise tekrar tamamen yıkılmış. 1985 yılında tekrar yapılan bina 2002 yılında Elbe nehrinin taşması ile büyük bir sel baskınına uğramış, yaklaşık 8 yıl kapalı kaldıktan sonra 2010 yılında tekrar hizmete açılmış, yani anlayacağınız başına gelmedik kalmamış.

Semper Oper

Semper Oper
Katolischer Hofkirsche
Zwinger'in terasından Katolischer Hofkirsche













Meydanda sağ tarafa doğru ilerleyince Brühlsche Terrasse’ın merdivenlerini gördüm. Merdivenlerden çıkınca nehrin karşı yakası ve Augustus köprüsü net bir şekilde görülüyordu. Dolaşmak ve fotoğraf çekmek için gayet güzel bir yer olmasına rağmen yağmurun şiddetini arttırmış olması dolayısıyla şehrin iç tarafına, Frauenkirsche’ye  doğru yöneldim

Brühlsche  Terrasse
Karşı kıyıdan Brühlsche Terrasse


.









Frauenkirsche’nin kapısından içeri girmeden önce her zamanki gib bir kilisedir diye düşünmüştüm ancak içeri girdikten sonra ne kadar muhteşem bir biçimde tasarlandığını gördüm. Kilise, MarienPlatz meydanında bulunuyor. 1726-1743 yılları arasında inşaa edilmiş, ancak 2.dünya savaşında yıkılmış. Yıllarca savaş karşıtı bir anıt olarak, savaşın unutulmaması içn onarılmamış, ancak 2 Almanya’nın birleşmesinden sonra tekrar inşaa edilmiş, yıkıldıktan sonra enkazına dokunulmadığı için inşaa sırasında enkazdan çıkan taşların bir kısmı aynen olduğu gibi kullanılmış.

Frauenkirsche
























Frauenkirsche’yi gezdikten sonra meydanın sağ tarafından yürüyerek Fürstenzug’un (şehzadeler Alayı) bulunduğu Augustuss Strasse’ye doğru saptım. 102 metrelik uzunluğu ile dünyanın en büyük porselen sanat eseri olarak bilinen duvar 1871-76 Saksonya iktidar ailesinin 800. Yılını kutlamak amacıyla boyanmış, ancak hava koşullarına dayanamadığı için 1904-1907 arasında porselen fayanslarla değiştirilmiş. Üzerindeki resimler 1127-1904 arasında hüküm sürmüş 35 kral, dük, seçmen ve bilim adamı ve sanatçıyı temsil etmektedir. The Fürstenzug, Stallhof’un dış duvarlarında bulunmaktadır.

Fürstenzug













Fürstenzug’tan sonra artık karnım iyiden iyiye acıkmaya başladığından dolayı yemek yemeye karar verdim. Biraz önce Frauenkirsche’ni yakınında Ontario Canadian Steakhouse adlı restoran dikkatimi çekmişti.  Menüyü biraz inceledikten sonra daldım içeri, kendime güzel bir biftek söyledim ve afiyetle yedim. 2 bira ve 1 biftek yaklaşık 30 Euro civarında bir hesap ödedim. Bu restoranı gayet rahatlıkla tavsiye edebilirim, yemekleri ve sunumu gayet güzel ve zevkli.




Yemeği yedikten sonra tekrar düştüm yollara. Ara sokaklardan geçerek Augustus köprüsü üzerinden Elbe nehrinin diğer tarafına, yani innere Neustadt kısmına geçtim. Köprüyü geçtikten sonra beni ilk olarak altın varakla kaplanmış olan Altın Atlı heykeli karşıladı. Bir zamanlar Saksonya-Polonya’nın güçlü kralı olan Augustus zırh giymiş şekilde at üstünde tasvir edilmiş ve heykel  ilk olarak 1736 yılında açılmış. 1943-44 yıllarında savaş ve dış etkenler dolayısı ile demonte edilmiş, 1956 yılında ise Dresden şehrininkuruluşunun  750. yılı anısına restore edilerek tekrar yerine konmuş. 2001-2003 yıllarında tekrardan altın varakla kaplanarak yenilenmiş.

Goldener Reiter

Altın Atlı heykelininden sonra cadde üzerinden ilerlemeye devam ettim. Ağaçlıklı bir yol üzerinde sağlı sollu mağazaların olduğu taraç trafiğine kapalı olan cadde üzerinde ilerleyerek Neustadt bölgesindeki AlbertPlatz meydanına ulaştım.


Bir park ve karşılıklı 2 havuzun yeraldığı meydan Dresden şehrindeki gördüğüm son nokta olacaktı, çünkü artık Prag’a dönüş otobüsümün kalkış saati yaklaşmıştı.














Geldiğim yerlerden tekrar ters yönde yürüyerek Prag otobüsümün kalkış noktası olan Dresden garının karşısındaki durağa ulaştım. Bu arada Gar içerisinde büyük bir marketten de çikolata gibi Türkiye’ye götürebileceğim birkaç hediyelik eşya aldım.
Almanya çikolata fiyatları açısından inanılmaz derecede ucuz, aynı ürünleri İstanbul’daki Duty Free shopun yarısına alabiliyorsunuz.
Prag otobüsüne bindikten sonra hızlı Dresden turunun ve otobüsün sıcağının da etkisiyle yol boyunca uyudum ancak bu geziden oldukça keyif aldığımı söyleyebilirim. Hatta fırsatım olsa 1 gece kalır ve müzeleri de ziyaret etmek isterdim. Bence Prag’a gider ve fırsatınız da olursa Dresden’i görmenizi tavsiye ederim, ancak 13-14 Şubat’ta müttefiklerin Dresden’i bombalamasının yıldönümünde neo-nazilerin protestolarından dolayı Dresden’den bir yabancı olarak uzak durmak gerektiğini de belirtmeliyim. 

visited 25 states (11.1%)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.