28 Aralık 2014 Pazar

DRESDEN GEZİ NOTLARI - KRALLAR ŞEHRİ


İş seyahati için gittiğim Prag’da haftasonum boş olmasından dolayı çevrede nerelere gidebilirim diye araştırırken bana en mantıklı gelen otobüsle 2 saatlik mesafedeki  Dresden şehri oldu. Hem Prag’dan çok uzaklaşmayacak hem de farklı bir ülke ve şehir görecektim.
Saksonya eyaletinin merkezi olan ve aynı zamanda Elbe’nin Floransa’sı olarak da anılan Dresden, Elbe nehrinin iki yakasına kurulmuş olan ve eski doğu almanya toprakları içerisinde yer alan bir şehir. 2. dünya savaşının son günleri olan 13-14 Şubat 1945 tarihlerinde müttefikler tarafından ağır bombardımanlar  ile yerle bir edilmiş, eski şehir olarak bilinen kısım tamamiyle yıkılmış ve eskiden masal şehir olarak bilinen Dresden bir harabeye dönmüş. Şu anda bilinen son rakamlara göre (her ne kadar almanlar savaştan sonra 230bin gibi bir rakam telafuz etseler de ) yaklaşık 20-25bin sivilin hayatına mal olmuş. Bütün savaş boyunca açık şehir olmasına ve bir tek saldırı almamasına rağmen savaşın sona ermesi ve Almanya'nın teslim olması ve bombalanan İngiliz şehirlerinin intikamı için müttefik devletlerin bir taktiği olarak saldırıya uğramış. Savaştan sonra sovyet askerleri tarafından işgal edilip yıllarca Doğu Almanya’nın bir parçası olarak yönetilmiş ve Almanya’nın birleşmesi ile bugünkü halini almış. Şehir 2. Dünya savaşından sonra neredeyse  birebir aynı şekilde inşa edilmiş, binalara baktığınızda bunu hiçbir şekilde anlayamıyorsunuz.
Dresden için ipad’ime Dresden Şehir Rehberini indirmiştim ve onun kılavuzluğunda bir gezi programı yaptım. Haritaya baktığınızda Dresden’in AltStadt ve NeuStadt olarak Elbe nehri ile 2 kısma ayrıldığını ve tarihi yerlerin de bir küme gibi Altstadt’da toplandığını görebilirsiniz. Bu yüzden gezmesi bayağı kolay olacaktı.
Pazar sabahı uyanıp otelime çok yakın olan UAN Florenc otobüs garajına gittim. 900 CZK’ya Dresden için gidiş-dönüş biletimi aldım. Saat 9 otobüsüyle gidecek, 17:30 otobüsüyle dönecektim. Havanın soğuk ve günün kısa olmasından dolayı 17:30’a kadar yeterli olduğunu düşündüm ki bu süre tüm şehri yürüyerek dolaştığım halde neredeyse tam olarak yetti.
Eurolines otobüsü daha önceki tecrübelerimden de bildiğim üzere yine tam zamanında hareket etti. 2 saatlik yol boyunca sıkılmadan kah etrafı seyrederek ve kah otobüste bulunan wifi ile istediğim zaman internete girerek 150 km’lik yolu geçirdim.
Otobüs Dresden’deki merkez tren istasyonunun önündeki otobüs durağında indirdikten sonra Münih’e doğru kendi yoluna devam etti. Dresden’de hafif bir yağmur yağıyordu, nereye gideceğimi ipad’deki haritadan tayin edebilmek için bir wifi bulurum umuduyla istasyona girdim ancak ücretsiz bir wifi olmadığını görünce  tekrar dışarı çıkıp cadde – sokak isimlerine bakarak altstadt’a doğru yönümü çevirdim.
Pazar günü olduğundan dolayı etrafta benim gibi gezmeye gelmiş birkaç turistten başka kimse yoktu. Mağazaların ve dükkanların ise birçoğu ise kapalıydı. Kuzeye doğru yürümeye devam ettim ve bir süre sonra araç trafiğine kapalı olan Prager Strasse’ye ulaştım.  Etraftaki mağazalardan anladığım kadarıyla burası bir alışveriş caddesiydi.


Yürümeye devam ederek doğruca prager strasse üzerinden  see strasse’ye geçtim ve  bir süre sonra Altmarkt Platz’a ulaştım. Burası şehrin ortasında dikdörtgen bir meydan şeklinde. Şehir kurulduğundan beri bu meydanın varlığı tarihteki yazılı dökümanlardan da biliniyormuş. Burası da şehirdeki diğer yerler gibi 2.dünya savaşındaki bombardımanda yerle bir olmuş ancak 1953 yılında yeniden inşaa edilmiş. Geçmişten bugüne kadar festivallerin düzenlendiği, oyunların turnuvaların yapıldığı sosyal bir merkez olmuş.












O gün meydanda sadece pazar günleri kurulan bir panayır  vardı. Hediyelik eşyalardan yeme ve içme büfelerine, atlı karıncadan dönme dolaba kadar herşey çok renkli ve çok çekiciydi. Meydanın karşı tarafında ise binaların arasından Frauenkirsche’nin kubbesi tüm ihtişamı ile görünüyordu. Panayır alanında bir süre takılıp etrafı gezip bir sosisli sandviç yedikten sonra yine kuzeye doğru cadde boyunca yürümeye devam ettim.


Hedefim biran önce Zwinger sarayına ulaşmaktı. 1710 – 1728 yılları arasında barok tarzında inşa edilmiş bir saray olan Zwinger sarayı da 2.dünya savaşı sırasında yerle bir olmuş ve 1951 yılında sovyet ordusunun da desteği ile restore  edilerek halkın ziyaretine açılmış, 1963 yılında ise neredeyse savaştan önceki haline dönmüş. Sarayın geniş bir ön avlusu, bir de terası mevcut. Terasta birşeyler yiyip içebileceğiniz, yorgunluğunuzu üzerinizden atabileceğiniz güzel ve manzaralı bir pastane de mevcut. Saray kompleksinin içerisinde Old Masters resim galerisi, Dresden Porselen koleksiyonu ve Matematik ve Fizik Araçları müzesi bulunmakta. Ancak benim çok fazla vaktim olmadığı için sarayın içerisine girme veya içerisinde bulunan müzeyi gezme gibi bir girişimim olmadı.

Zwinger Sarayı Avlusu























Zwinger sarayından sonra yönümü sarayın hemen arka tarafındaki Theatherplatz meydanına çevirdim. Meydanın sol tarafında SemperOper, sağ tarafında ise Katholische Hofkirche Kilisesi bulunmakta. Semperoper, 1841 yılında yapılmış ve avrupanın en eski opera binası olarak biliniyor. 1869 yılında çıkan yangında kısmen yanmış, 1878 yılında tekrar yapılmış, 2.dünya savaşında ise tekrar tamamen yıkılmış. 1985 yılında tekrar yapılan bina 2002 yılında Elbe nehrinin taşması ile büyük bir sel baskınına uğramış, yaklaşık 8 yıl kapalı kaldıktan sonra 2010 yılında tekrar hizmete açılmış, yani anlayacağınız başına gelmedik kalmamış.

Semper Oper

Semper Oper
Katolischer Hofkirsche
Zwinger'in terasından Katolischer Hofkirsche













Meydanda sağ tarafa doğru ilerleyince Brühlsche Terrasse’ın merdivenlerini gördüm. Merdivenlerden çıkınca nehrin karşı yakası ve Augustus köprüsü net bir şekilde görülüyordu. Dolaşmak ve fotoğraf çekmek için gayet güzel bir yer olmasına rağmen yağmurun şiddetini arttırmış olması dolayısıyla şehrin iç tarafına, Frauenkirsche’ye  doğru yöneldim

Brühlsche  Terrasse
Karşı kıyıdan Brühlsche Terrasse


.









Frauenkirsche’nin kapısından içeri girmeden önce her zamanki gib bir kilisedir diye düşünmüştüm ancak içeri girdikten sonra ne kadar muhteşem bir biçimde tasarlandığını gördüm. Kilise, MarienPlatz meydanında bulunuyor. 1726-1743 yılları arasında inşaa edilmiş, ancak 2.dünya savaşında yıkılmış. Yıllarca savaş karşıtı bir anıt olarak, savaşın unutulmaması içn onarılmamış, ancak 2 Almanya’nın birleşmesinden sonra tekrar inşaa edilmiş, yıkıldıktan sonra enkazına dokunulmadığı için inşaa sırasında enkazdan çıkan taşların bir kısmı aynen olduğu gibi kullanılmış.

Frauenkirsche
























Frauenkirsche’yi gezdikten sonra meydanın sağ tarafından yürüyerek Fürstenzug’un (şehzadeler Alayı) bulunduğu Augustuss Strasse’ye doğru saptım. 102 metrelik uzunluğu ile dünyanın en büyük porselen sanat eseri olarak bilinen duvar 1871-76 Saksonya iktidar ailesinin 800. Yılını kutlamak amacıyla boyanmış, ancak hava koşullarına dayanamadığı için 1904-1907 arasında porselen fayanslarla değiştirilmiş. Üzerindeki resimler 1127-1904 arasında hüküm sürmüş 35 kral, dük, seçmen ve bilim adamı ve sanatçıyı temsil etmektedir. The Fürstenzug, Stallhof’un dış duvarlarında bulunmaktadır.

Fürstenzug













Fürstenzug’tan sonra artık karnım iyiden iyiye acıkmaya başladığından dolayı yemek yemeye karar verdim. Biraz önce Frauenkirsche’ni yakınında Ontario Canadian Steakhouse adlı restoran dikkatimi çekmişti.  Menüyü biraz inceledikten sonra daldım içeri, kendime güzel bir biftek söyledim ve afiyetle yedim. 2 bira ve 1 biftek yaklaşık 30 Euro civarında bir hesap ödedim. Bu restoranı gayet rahatlıkla tavsiye edebilirim, yemekleri ve sunumu gayet güzel ve zevkli.




Yemeği yedikten sonra tekrar düştüm yollara. Ara sokaklardan geçerek Augustus köprüsü üzerinden Elbe nehrinin diğer tarafına, yani innere Neustadt kısmına geçtim. Köprüyü geçtikten sonra beni ilk olarak altın varakla kaplanmış olan Altın Atlı heykeli karşıladı. Bir zamanlar Saksonya-Polonya’nın güçlü kralı olan Augustus zırh giymiş şekilde at üstünde tasvir edilmiş ve heykel  ilk olarak 1736 yılında açılmış. 1943-44 yıllarında savaş ve dış etkenler dolayısı ile demonte edilmiş, 1956 yılında ise Dresden şehrininkuruluşunun  750. yılı anısına restore edilerek tekrar yerine konmuş. 2001-2003 yıllarında tekrardan altın varakla kaplanarak yenilenmiş.

Goldener Reiter

Altın Atlı heykelininden sonra cadde üzerinden ilerlemeye devam ettim. Ağaçlıklı bir yol üzerinde sağlı sollu mağazaların olduğu taraç trafiğine kapalı olan cadde üzerinde ilerleyerek Neustadt bölgesindeki AlbertPlatz meydanına ulaştım.


Bir park ve karşılıklı 2 havuzun yeraldığı meydan Dresden şehrindeki gördüğüm son nokta olacaktı, çünkü artık Prag’a dönüş otobüsümün kalkış saati yaklaşmıştı.














Geldiğim yerlerden tekrar ters yönde yürüyerek Prag otobüsümün kalkış noktası olan Dresden garının karşısındaki durağa ulaştım. Bu arada Gar içerisinde büyük bir marketten de çikolata gibi Türkiye’ye götürebileceğim birkaç hediyelik eşya aldım.
Almanya çikolata fiyatları açısından inanılmaz derecede ucuz, aynı ürünleri İstanbul’daki Duty Free shopun yarısına alabiliyorsunuz.
Prag otobüsüne bindikten sonra hızlı Dresden turunun ve otobüsün sıcağının da etkisiyle yol boyunca uyudum ancak bu geziden oldukça keyif aldığımı söyleyebilirim. Hatta fırsatım olsa 1 gece kalır ve müzeleri de ziyaret etmek isterdim. Bence Prag’a gider ve fırsatınız da olursa Dresden’i görmenizi tavsiye ederim, ancak 13-14 Şubat’ta müttefiklerin Dresden’i bombalamasının yıldönümünde neo-nazilerin protestolarından dolayı Dresden’den bir yabancı olarak uzak durmak gerektiğini de belirtmeliyim. 

visited 25 states (11.1%)

15 Aralık 2014 Pazartesi

DUBAİ SEYAHAT NOTLARI


Şubat ayının soğuk günlerinde Ekim ayındaki Kurban bayramı için gidilebilecek sıcak, denize de girebileceğimiz  bir tatil yeri arıyordum. Öncelikle uzun süredir Hurgada ve Sharm-El –Skeih’i düşünüyordum, Rabia, General Sisi ve Müslüman Kardeşler tartışmaları içerisinde bu bölgedeki otelleri araştırmaya başladım. Gerçekten de hem uçuş hem de oda fiyatları açısından çok uygun görünüyordu ancak iç karışıklıklar sebebi ile neredeyse tüm tur şirketlerinin bu bölgeye olan turlarını kaldırdıklarını görünce hevesim kursağımda kaldı. O yüzden Zanzibar, Kenya ve Dubai seçeneklerini değerlendirmeye karar verdim. Bu üçlünün içerisinde bizim için en uygun olanı Dubai görünüyordu. Bir de Dubai’nin iklimini de gözönünde bulundurduğumda sonraki senelere ertelemek ikliminden dolayı çok sıcak olacağı için Dubai’ye karar verdik, Şubat ayında hem otel hem de uçuşlarımızı ayarlayıp Ekim ayını beklemeye başladık.
Eylül ayı başında  THY’nin e-vize uygulaması ile vizelerimizi de hallettim. Vize ücretini bankadan yatırıp dekontunu aldıktan sonra istedikleri  tüm evrakları THY’nin internet sitesinden sisteme yüklüyorsunuz ve 2 gün içerisinde vizeniz e-mail yoluyla geliyor, çıktısını aldıktan sonra Dubai havalimanında pasaport kontrolda gösteriyorsunuz ve işlem bitiyor. İnternette okuduğum kadarıyla da yaşanan sorunlardan hiçbiri ile karşılaşmadım. Vize ücreti kişi başı 85 USD ve çocuklardan bile alıyorlar.
Arefe günü sabaha karşı THY ile Dubai uçuşumuza başladık.  4,5 saatlik uçuştan sonra sabah 6 gibi Dubai havalimanına indik.



Kalacağımız otel Dubai’ye yaklaşık 20-25 km uzaklıktaki Sharjah şehrindeydi. Dubai’nin içerisinde kalmaktansa daha ucuz fiyata Hilton’da kalırız düşüncesiyle Sharjah’ı seçmiş ve Dubai’deki taksi fiyatlarının ucuzluğunu da okuyunca taksi ile gidiş gelir yaparız diye düşünmüştüm.
Araba kiralama seçeneği ise internette okuduğum Dubaililerin araç kullanma konusundaki kötü şöhretinden dolayı pek de mantıklı gelmedi, sonuçta lüks bir araç ile çarpışma olasılığınız var ve araplara derdinizi nasıl anlatırsınız bilemem. Ayrıca Dubai metrosunun da bayağı iyi durumda olduğunu söyleyebilirim.
Taksi ile yaklaşık 25-30 dk’lık bir yolculuktan sonra Dubai havalimanından otel 70 AED tuttu. Ancak bu fiyatın içerisine 25 AED’lik havalimanından çıkış ücreti de dahil. Taksi ile Sharjah’dan Dubai’ye de gittiğinizde 20 AED şehir değiştirme farkı ödüyorsunuz.  İlk gün 250 AED taksi ücreti ödedikten sonra gece bizi Dubai’den Sharjah’daki otele getiren taksici, genellikle otellerin Dubai’ye ücretsiz Shuttle’ları olduğunu söyleyince biz de otelde araştırdık ve böyle bir şey olduğunu öğrendik. Otelin hem Dubai’ye hem de Sharjah’daki otelin anlaşmalı olduğu bir başka otele ait özel bir plaja günde 2 sefer shuttle’ı vardı.
Sonuç olarak Dubai ulaşımımızı genellikle metro ve metronun ulaşamadığı yerlerde ise taksi ile yaptık. Metro için çeşitli renkte kartlar mevcut, turistler biraz daha pahalı olan kırmızı kartı kullanıyorlar, bu kart 6 AED’ye satılıyor. Yalnız tam olarak kaç sefer ya da kaç gün limiti olduğunu anlayamasamda, kartın limiti bittiğinde tekrar para yüklenebiliyor. Kartı metroya girişte ve çıkışta okutmak gerekiyor. Fiyatlar gidilecek Zone’a göre değişiyor, Zone 1 için 3 AED, Zone 2 için 5 AED, Zone 3 için 7.5 AED ödemek gerekiyor.



Tüm gece yolculuk yapmış olarak otele giriş yapıp eşyalarımızı odaya bıraktıktan sonra otelin etrafındaki marketlerden kahvaltılık birşeyler almaya çıktım. Otelin arka sokağında hintlilerin işlettiği küçük bir bakkal dükkanı bulunca içeri girip ne alabilirim diye bakınmaya başladım. Bizim lavaş tabir ettiğimiz şekilde taze ekmek, peynir, reçel, zeytin, salatalık ve domates alıp odamıza geri çıktım. Hep beraber kahvaltımızı yaptıktan sonra kendimizi yatağa atıp öğlene kadar uyuyup dinlendik. Uyandıktan sonra hazırlanıp kendimizi dışarı attık. İlk gezimizi dünyanın en yüksek binası olan 800 mt’lik Burj Khalifa’ya yapmaya karar vermiştik. Otelin önündeki taksilerden birine binip Burj Khalifa’ya doğru yola koyulduk.
Dubai’deki  ilk izlenimim neredeyse her tarafta devam eden inşaatlar olmasıydı. Sıcaktan dolayı yollarda arabalardan başka hiçbir şey ve hiç kimse göremiyorsunuz. Binalar son derece modern ve yüksek biçimde inşa ediliyorlar. İnsanlar arabalar dışında sokaklarda pek yürümüyor ve dolaşmıyorlar ve zamanlarının büyük çoğunluğunu evlerde veya alışveriş merkezlerinde geçiriyorlar. Türkiye’deki gibi bir taksim, beyoğlu veya istiklal caddesi gibi ortam göremedim, olduğunu da zannetmiyorum.
Dubai’de neredeyse herkes ingilizce konuşuyor, bu konuda hiçbir şekilde sıkıntı çekmiyorsunuz. Zaten hemen hemen tüm çalışanlar yabancı, hintliler ve uzakdoğudan gelenler bu konuda başı çekiyor. Herhalde Hindistan dışında en çok hintli nerededir derseniz, Dubai diyebilirim. Ancak bana göre Hintliler Dubai’nin imajını inanılmaz derecede bozuyorlar. Bu konuyu anlatmakta kelimeler bulamıyorum, sadece yaşamak lazım, özellikle bir tatil gününde. Dubai’deki nüfusun yaklaşık %70-80’i karın tokluğuna çalışan ve kazandıklarını da ailelerine gönderen yabancı işçilerden oluşuyor. O yüzden bir tatil gününde sefalet içerisinde her türlü kötü muameleye rağmen seslerini çıkarmadan yaşayan hintlileri görmek gerekiyor diyorum. Bakışlarıyla ve tavırlarıyla insanları rahatsız ettiklerini söyleyebilirim. Bunu bilen Dubai polisi de özellikle bekar ve grup halinde dolaşan Hintli erkekleri tatil günlerinde alışveriş merkezlerine sokmuyor, bunun canlı örneğini metroda ve Mall of Emirates’de bizzat gördük ve hayretler içerisinde kaldık. Bayram tatilini fırsat bilip metroya ve alışveriş merkezine girmeye çalışan Hintli erkekleri seçip  yangın çıkışından dışarıya çıkarıyorlar ve buna hiçkimse de itiraz etmiyordu.  
Taksi ile yaklaşık 30 dk’lık bir yolculuktan sonra Burj Khalifa’ya ulaştık. Dubai’nin bir pazarlama şaheseri olarak dünya piyasalarına çıkışının sembollerinden biri olan Burj Al-Arab’dan sonra 828 mt yüksekliği ile dünyanın en yüksek binası olma özelliğine sahip Burj Khalifa olanca ihtişamıyla karşımızda duruyordu.


























Burj Khalifa’nin 124. kattaki At the Top adlı terasına internet üzerinden önceden almak kaydı ile kişi başı 125 AED ödeyerek çıkılabiliyor, gişeden bilet alıp çıkmak isterseniz de kişi başı 400 AED, 4 yaşından büyük çocuklar için de bilete ihtiyacınız var.
Ancak birkaç internet sitesinden okuduğum kadarıyla 124. kattaki At the Top’a çıkmak yerine 123. kattaki At.mosphere Lounge’a çıkmak daha mantıklı, ancak minimum harcama tutarı pencere kenarı için 250 AED, iç taraftaki diğer masalar için 150 AED. Restaurant’ta yemek yemek isterseniz de minimum 400 AED’yi harcamanız gerekiyor. At the Top’a çıkmak için Dubai Mall’ın içerisinden giriyorsunuz, At.Mosphere’e ise binanın içerisindeki Armani Hotel’den çıkılıyor.

Burj Khalifa’nın yanıbaşında ise dünyanın en büyük alışveriş merkezi olan Dubai Mall bulunuyor. O kadar büyük ki kaybolmanız içten bile değil. Dünyanın tüm ünlü giyim markalarını ve birçok ünlü restoranlarını bulabileceğiniz bir cennet diyebiliriz. Alışveriş merkezleri Dubai’liler için birer vaha görevi görüyor. Çünkü yollar ve alışveriş merkezleri haricinde dışarıda insan görmeniz neredeyse imkansız. Alışveriş merkezlerine girdiğiniz de ise restoranlar haricinde oturup dinlenebileceğiniz yerler o kadar sınırlı tutulmuş ki günün sonunda dolaşmaktan adım atacak haliniz kalmıyor. Hatta Dubai’den sonra uzunca bir süre alışveriş merkezlerinin önünden bile geçesiniz gelmeyecektir diyebilirim. Ancak herşeye rağmen Dubai içerisindeki akvaryumu, restoranları ve mağazaları ile mükemmel bir yer.





























Dubai Mall ve Burj Khalifa’nın hemen yanıbaşında ise güzel bir fıskiye şovu izleyebileceğiniz The Dubai Fountain bulunuyor. Las Vegas’taki Bellagio Hotel’dekinin bir benzeri. Akşam 6’dan sonra her yarım saatte bir şov başlıyor ve suyun müzik eşliğindeki dansını izlemek için bir sürü insan göletin etrafına toplanıyor. Kendinize iyi bir yer kapmak istiyorsanız sovun başlamasından 15 dk önce yerinizi almanız ve beklemeniz gerekiyor. Ayrıca göletin içerisinde dolaşabileceğiniz tekneler de mevcut. Yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 60 AED.















Dubai Mall’da bir süre dolaştıktan sonra karnımız acıktı ve hangisine girelim diye restoranların önünde bayağı bir dolandık, bu kadar değişik ve çekici restoranların olduğu yerde insan nereye gireceğine kolayca karar veremiyor, hele bir de aç olunca herşeyden yemek istiyor, ancak sonunda tercihimizi uzakdoğu-çin yemeklerinin sunulduğu The Noodle House’dan yana kullandık ve son derece de memnun kaldık. Doruk içinse Viyana ve Prag’dan bildiğimiz Nordsee adlı deniz ürünleri restoranını tercih ettik.





















Doruk’tan şimdiye kadar nedense bahsetmemişim, ancak seyahatimizin tabiki en önemli parçası Doruk ve pusetiydi. Puset bizim ve Doruk için bir cankurtaran pozisyonundaydı, yorulduğunda, uykusu geldiğinde ve hatta elimizdeki eşyaları taşımaktan yorulduğumuzda bile imdadımıza yetişti. Bu sayede hiçbir problem yaşamadan oğlumuzla beraber seyahat edebiliyoruz. Doruk yeme-içme konusunda da problem çıkarmadığı için bize herhangi bir zorluk yaratmıyor. Sadece kendisinin de zevk alabileceği yerlere gitmeye özen gösteriyoruz, zaten gece yarısı bar-eğlence-gece kulübü gibi zevklerimiz olmadığı için programlarımız da Doruk’a mutlaka uyuyor. O yüzden zorunlu olmadığımız sürece Doruk’suz seyahati ne ben ne de eşim istemez. ‘ Biz nereye, Doruk oraya ‘.


























Yemekten sonra fıskiye şovu izlemek üzere dışarı çıktık, ancak bizim gibi birçok insan da bu şov için dışarı çıkmış ve havuzun yanıbaşında yerini almıştı. Her yarım saatte bir alışveriş merkezinden insanlar akın akın dışarı sıcağa çıkıyor, şov bittikten sonra yine akın akın içeri giriyordu. Fıskiye şovunu izledikten sonra bir süre havuzun yanıbaşında dolandık, sıcak ve nem insanı bunalttığı için biz de bir süre sonra içeri girdik.
İçeride Eataly adlı restoranın önünden geçerken insanların buz gibi limonatalarını yudumladıklarını görünce kapıdan içeriye daldık. Biz buz gibi limonatalarımızı yudumlarken, Doruk için de nutellalı krep söyledik. Eataly, adı üzerinde, bir italyan market-restoran tarzı bir yer, içeride peynir, zeytinyağı ve makarna gibi çeşitli italyan ürünlerinin satıldığı marketi, pizza, makarna gibi italyan tarzı yemeklerin yapıldığı kafesi ve taze meyve suyu ve pasta-kurabiyelerin satıldığı patisseriesi var. Yemekleri de gayet lezzetli. Zaten türk damak tadına en uygun restoranlar italyan mutfağı olanlar.
Eataly’den sonra Dubai Mall’dan taksi ile tekrar Sharjah’daki otelimize döndük. Yolda taksici ile sohbet ederken Sharjah’daki otellerin Dubai’ye shuttle’ları olduğunu ve otele gidince sormamızı, böylece taksi ücretinden kurtulabileceğimizi söyledi. Otele gidince resepsiyonda Dubai’ye ve Sharjah’daki plaja günde 2’şer sefer  olduğunu duyunca sevindik. Otelin bize check-in sırasında bu konuda bilgi vermemiş olması kötü bir şey.

















2. gün sabah uyanıp marketten aldığımız malzemelerle kahvaltımızı yaptıktan sonra otelin shuttle ile Deire’ya geldik. Shuttle bizi Deira City Mall’da bıraktı, akşam dönerken de yine aynı yerden alacaktı. Öğlene kadar Deira City Mall’da dolaşıp yemeklerimizi yedikten sonra metro ile Mall of Emirates’e gitmeye karar verdik. Dubai’deki en büyük alışveriş merkezlerinden biri olan Mall of Emirates’in kapalı bir kayak pisti haricinde diğerlerinden pek de bir farkı yok.


Deira City Mall
Emirates Mall-Abercrombie















Mall of Emirates’deki dolaşmamız bittikten sonra taksi ile hemen yakınlardaki Burj Al Arab’a gittik. Taksici bizi Burj Al Arab’ın hemen yan tarafındaki halk plajında indirdi. Plaja giderken hep beraber denize girme ve yüzme niyetiyle gitmiştik ancak plaj bayram tatili olması dolayısıyla neredeyse tamamıyla hintlilerin istilasındaydı. Sahili işgal etmiş hiçbir şey yapmadan ayakta denizi seyredeni  mi ararsınız, plajda güneşlenmeye çalışan turistlerin etrafında çember olanlarını mı ararsınız, iç çamaşırlarıyla denize girenini mi ararsınız, maganda çemberini dağıtmaya çalışan Dubai polisini mi ararsınız, yani denize girilecek ortamdan başka ne ararsanız vardı, ipini kopartan hintli oradaydı. ( Burj Al-India) Yapacak pek bir şey olmadığını görünce geri dönmeye karar verdik.



































Plajdan ayrılmaya hazırlanırken yolda yürüyen 3-4 rus bayan turist vardı, bir hintli kızların arkasına geçmiş gizlice fotoğraflarını çekiyorlardı. Kızlardan biri fotoğraflarının çekildiğini görüp hintliye ‘ Ne yapıyorsun, fotoğrafımızı çekiyorsun’ diye bağırıp çağırmaya başladı. Hintli  ‘hayır, otelin fotoğraflarını çekiyorum ‘ diye inkar edip anında ortadan kayboldu.  Biz de yürüyerek ana caddeye çıktık, ancak bu tatil gününde taksi bulmak  neredeyse imkansız görünüyordu, önümüzden geçen tüm taksiler doluydu. Yürüye yürüye Wild Wadi adındaki su parkı ve Burj Al-Arab’ın girişine kadar gelmemize hiçbirine binemedik. Yaklaşık 1 saatlik bir beklemenin ardından yolcusunu indiren bir taksiciye mesaisinin bittiğini ve evine gittiğini söyleyen bir taksiciye rica minnet metro istasyonuna kadar bırakması için ısrar edince adam dayanamayıp  bizi taksisine aldı. Kalabalık ve taksi bulamama korkusu yüzünden Palmiye adası ve Medinat Souk’u gezme planımızdan vazgeçip tekrar Dubai Mall’a döndük. Akşam yemeğini Eataly’de yedikten sonra shuttle için Deira Mall’a gittik ve shuttle’la otelimize döndük.
















Ertesi gün planımız sabahtan öğlene kadar plaj, öğlen Sharjah’da yemek ve dinlenme, öğleden sonra ise Dubai idi.
Sabah uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra yaptıktan sonra concierge’den Sharjah sahilindeki  bir otelin özel plajına ücretsiz giriş biletlerimizi alıktan sonra shuttle’la yola koyulduk. Plaj programının olması bizim için sürekli dolaşmaktan dolayı oluşan yorgunluğumuzu atmamıza da yardımcı olacağı için bayağı iyi oldu. Dubai’de halk plajları haricindekiler genellikle otellere ait özel plaj statüsünde ve halka kapalı, girişleri ücretli, dışarıdan girmek için ya para ödemeniz gerekiyor ya da otelin müşterisi olmanız gerekiyor. Bizi götürdükleri otelde böyle bir yerdi. Kıyıya kadar tel örgü ile sahile giriş – çıkışı kapatmışlar. Yan taraftaki otellerden dahi kimse giremiyor. Bizde öğlene kadar bembayaz kumların ve berrak, tertemiz bir denizin olduğu sahilde Doruk’la beraber keyifli bir deniz sefası yaptıktan sonra otelimize geri döndük.  













Otelde hazırlığımızı yaptıktan sonra öğle yemeği için Sharjah’ın lagoon denen sahilinde yeralan  TGI Friday’s e gittik ve tavuk kanadı, patates kızartması ve hamburger’den oluşan menümüzü yedik. Daha sonra sahilden yürüyerek otelimize dönüp Dubai için shuttle saatini beklemeye başladık.

Sharjah
Sharjah
















Sharjah

Öğleden sonraki planımız önce Dubai gidip oradan da metro ile Gold Souk’a gitmekti. Ipad’deki Dubai rehberinde mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler listesinde gösteriliyor diye biz de metro’ya atlayıp gittik. Metro’dan inip yeryüzüne çıktığımızda etrafta in-cin top oynuyordu. Acaba yanlış bir yere mi geldik diye düşünürken nihayet birini görüp Gold Souk’u aradığımızı söyleyince yerini bize tarif etti ancak yine de ara sokakların birinde zar zor bulabildik. Buraya gitmemekle hiçbir şey kaybetmemiş olacağınızı söyleyebilirim.  Yine her taraf hintliler tarfından işgal edilmiş ve son derece garip bir olduğunu söyleyebilirim. Altın fiyatları da Türkiye’ye göre uçuk vaziyette. Son derece klasik ve basit yüzükler 3000-4000 AED’den başlıyor. Burası da umduğumuz gibi çıkmadığından dolayı tekrar metroya kadar yürüdük ve Deira Mall’a geri döndük, oradanda otelimize. Akşam yemeğimizi otelimizin Mojo adlı restoranında yedikten sonra dinlenmek üzere odamıza çıktık.


Gold Souk
Dubai’ye gelirken son günümüzü Abu Dhabi’ye ayırmıştık aslında. Ancak Dubai ve Sharjah’daki ortamdaki gördükten Abu Dhabi’ye gitmekten vazgeçtik. Okuduğum kadarıyla büyük bir cami ve Ferrari World’den başka bir aktivite yoktu. O yüzden son günümüzü de yine sabah deniz ve öğleden sonra Dubai arasında paylaştırdık.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra yine shuttle’la plaja gittik. Keyifli bir deniz sefasından sonra Sharjah’a dönüp lagoon sahilindeki küçük italyan tarzı bir restoranda öğle yemeğimizi yedikten sonra valizlerimizi hazırlayıp otelden ayrıldık. Yine otelin shuttle’ı ile hediyelik eşya almak ve biraz da alışveriş yapmak üzere Deira City Mall’a gittik. Valizlerimizi de burada sadece turistlere tahsis edilmiş emanete ücretsiz olarak verdik, böylece büyük bir yükten kurtulmuş olduk.
Kurban bayramının 3. Günü olması dolayısı ile yine aşırı kalabalık vardı. Alışveriş merkezinin son katında şimdi adını tam olarak hatırlayamayacağım bir şeyh tarafından görevlendirilmiş, arap kültürü ve danslarının tanıtıldığı bir organizasyon vardı. Kendi yerel danslarını yapıyorlardı. Ayrıca mırra gibi bir kahve ve yanında da kendilerine özgü bir tatlı dağıtıyorlardı. Gösteriyi izlemeye gelen çocuklara da içerisinde 20 AED olan zarflar dağıtıyordu, Doruk’da kendine düşen zarfı aldı ve cebine attı.

















Yine aynı şekilde alışveriş merkezinin diğer tarafında yüksek sesle çalınan müziği duyunca o tarafa yöneldiğimizde rus dansçı kızların gösterilerini görünce şoke olduk. Normal şartlarda Dubai’de kimse kimseye karışmıyor ancak böyle kapalı bir toplumda halka açık yerde böyle bir dans gösterisinin olması bayağı bir gelişme diye düşünüyorum.
Akşam yemeğimizi alışveriş merkezindeki Hatam adlı iran restoranın’da yedik, ancak menüde gayet güzel ve lezzetli görünen yemekler hem sunum olarak hem de lezzet olarak son derece kötüydü.



Bu arada hurma,  tropik meyve gibi yanınızda getirmek istediğiniz şeyleri alışveriş merkezindeki Carrefour’dan uygun fiyata alabilirsiniz ki bizde öyle yaptık.
Akşam saat 10’a gelirken artık Dubai’den ayrılma vaktimiz gelmişti. Deira City Mall’dan metro ile havalimanına ulaştık. Bir süre havalimanındaki Duty Free Shoplarda gezinip alışveriş yaptıktan sonra uçağımıza binip Dubai’den ayrıldık.


Dubai Airport Duty Free

Sonuç olarak Dubai için birkaç şey söylemem gerekirse;
1-Dubai sadece gezmeye gidilecek bir yer değil, lüksün ve ihtişamın tadına varmak isteyenlerin gideceği bir yer, bunun için de bayağı bir parayı gözden çıkarmanız ve ekonomik olarak hazırlıklı gitmeniz gerekiyor.  
2-Bana göre elektronik eşyadaki fiyat avantajı tamamen ortadan kalkmış, neredeyse vergi cehennemi ülkemizle aynı seviyelere gelmiş. Metroda bile turistler çok daha pahalı fiyatlarla seyahat ediyorlar.
3-Hintliler, hepsi olmasa bile  %60-70’i, ülkenin imajına büyük zarar veriyorlar. Burada hintlileri gördükten sonra Hindistan’a kızlar yalnız başlarına nasıl seyahat etmeye cesaret ediyorlar, anlayamıyorum.
4- Neredeyse her tarafta inşaat çalışması var, belki 10 sene sonra şehir bir noktaya gelebilir.
5- Yazın kesinlikle gidilmez, gidilse bile dışarıda dolaşmanın imkanı olmaz.


Son olarak fiyatları karşılaştırmak isterseniz aşağıdaki tablo size yardımcı olacaktır.






visited 25 states (11.1%)