4 Kasım 2015 Çarşamba

Moskova Seyahati



Doruk, ‘Baba ne zaman Rus kızlarla tanışacağız?’ diye sorunca bizim için Rusya seferi hazırlıkları da başlamış oluyordu. Neyse ki Fransız veya İtalyan kızların ismini zikretmemişti. Çünkü gerçekten vize için uğraşmak bıkkınlık veriyor,stres yaratıyor, özellikle schengen vizesi. Her seferinde bir şekilde yolunu bulup ticari vize aldığım halde, yok fotoğrafın boyutu, yok üzümün sapı- armudun çöpü derken bir sürü ıvır zıvır ile uğraşmak zorunda kalıyorsunuz.  Vize istemeyen ülkelere gitmek daha çok hoşuma gidiyor. Özellikle Rusya’ya girişte çok şaşırdım, ülkeye girerken herhangi bir form doldurma dahi olmadı, direkt pasaport kontrola gidiyorsunuz, ancak orada verdikleri kağıdı pasaportun arasına sıkıştırıp çıkışta iade etmeyi unutmayın.
Yine bir sürü karmaşık uçuş bileti arama, uygun günleri bulma ve alternatifleri değerlendirme, otelin ucuz olduğu günlerle eşleştirme gibi bir takım mühendislik gerektiren J işlemlerden sonra Pegasus’ta biriken puanlarımla ben ve Doruk’un, Maximiles’ta biriken millerle ise eşimin öncelikle Moskova’ya gidiş biletini aldım. Bu arada Moskova’ya kadar gitmişken beyaz gecelerin yaşandığı St. Petersburg’u da görmeden dönmek istemedim. Bunun için öncelikle Moskova’dan St Petersburg’a giden trenleri araştırmaya başladım ancak 3 kişi için yataklı kompartıman fiyatı 200 USD’nin üzerinde tutuyordu ve geri kalan tek yatak için karşımıza kimin çıkacağı belli olmadığı için rahat edemeyebiliriz düşüncesiyle ve ayrıca Rusya’da yaşayan bir arkadaşımın bizim için tren olayının biraz karışık olabileceğini, uçakla gitmemizin daha uygun olduğunu söylemesiyle trenden vazgeçtim ve uçak ile gitmeye karar verdim. Skyscanner’dan aratınca Aeroflot’tan 3 kişi için bilet fiyatının 100 USD tuttuğunu görünce hemen biletleri aldım, aslında karşımıza nasıl uçaklar çıkacağını bilemediğim için biraz da çekinerek aldım. Ta ki havaalanına gidip uçağa biniceye kadar içim biraz da olsa huzursuz oldu ancak koltuğa oturunca ne kadar doğru bir karar verdiğimizi anladım, THY’den daha rahat olduğunu söyleyebilirim, geniş koltuklar, kibar hostesler ve ikramlar… Havaalanında gördüğüm kadarıyla bir karşılaştırma yapmak gerekirse Aeroflot havayolları Türkiye’deki Atlasjet veya OnurAir gibi, yani az sayıda uçağı var ve fiyatları biraz daha ucuz, TransAero Havayolları ise THY gibi, çok sayıda uçağı var ve fiyatları biraz daha pahalı. St Petersburg’dan dönüş içinse THY’de biriken millerimizi kullanarak üçümüz için bilet ayarladım. Böylece uçuşlar tamam olmuştu. Sırada otel rezervasyonları vardı. Bunlar için de yine biriken otel puanlarımı kullanarak Moskova’da Mercure Otel’i ve bir gece deneme amacıyla kalmak için fiyatları tüm dünyada genellikle uygun olan Ibis oteli ayarladım. St Petersburg’da ise yine merkezi bir yerde olan Novotel’i tercih ettim.

Tüm organizasyon tamamlandıktan sonra gidiş gününü beklemeye başladık ( yaklaşık 2.5 ay ). Gidiş günü yaklaştıkça da gezilecek görülecek yerleri, havaalanı-otel ve otel havaalanı transferlerini (metro-otobüs durakları, vb gibi)  ayarlamakla uğraştım. Bunun için Google Maps bulunmaz bir nimet, Metro duraklarından, otobüs numaralarına kadar herşeyi açık açık gösteriyor. Yani uçaktan indim, havaalanının kapısından çıktım, hangi yöne döneceğim, kaç metre yürüyeceğim, hangi otobüse binip hangi durakta ineceğim gibi tüm detay bilgiler elimde olarak Moskova uçağına bindik ve cep telefonundaki navigasyon yardımıyla da otellerimizi elimizle koymuş gibi bulduk. Ancak öncelikle şu gördüm ki Ruslar yabancılara yardımcı olma konusunda pek de istekli değiller, herhangi bir çaba da harcamıyorlar, hatta sırtlarını bile dönenleri gördüm ki zaten pek de rusçadan başka bir dil konuşmuyorlar. O yüzden öncelikle siz Rusya’ya giderken eşeğinizi sağlam kazığa bağlayıp, tüm detayları çıkardıktan sonra gidin derim, yoksa yolun ortasında kalıverirsiniz ve bayağı bir uğraşırsınız yardımcı olabilecek birini bulmak için. Şehir rehberleri için App Store’daki City Guide uygulamalarını da önermek isterim, bunların hepsi gittiğinizde size rehber olabilecek, yolunuzu-yönünüzü bulmanızda yardımcı olabilecek olan uygulamalar.
Öncelikle söylemeliyim ki hem Moskova hem de St. Petersburg  metro ağları bakımından oldukça gelişmiş bir ülke, 2 dakikada bir metro geçiyor. O yüzden tüm transferlerinizi rahatlıkla metro veya otobüs ile gerçekleştirebilirsiniz. Bu yüzden konaklayacağınız otelinizi de herhangi bir metro istasyonuna yakın bir yerde seçerseniz kesinlikle rahat edersiniz. Bu arada gitmeden önce hem kirilce hem de latince metro istasyonu haritasını yanınızda bulundurmanızda fayda var.

Moskova
Yolculuk başlamadan sürekli hava durumunu kontrol ediyordum ancak hem Moskova ve St. Petersburg’da gündüz 20°C gece ise 10°C civarında serin ve yağışlı bir hava olacaktı. Havanın bizi pek de hoş karşılamayacağı Domodedova havalimanına inişte kendini belli etti. Uçak alçalmaya başladığında şehrin üzerinde fırtına bulutları dolaşıyordu ve uçağımız ilk denemede piste inemeyip pas geçmek zorunda kaldı, ancak ikinci denemede inebildik.
Uçaktan inip pasaport kontrola ilerlerken yolumuzun üzerinde bir döviz bürosu görüp yaklaşık 20-25 dk’lık bir beklemeden sonra paramızın küçük bir kısmını rubleye çevirdik, ancak bu bekleme ve aynı anda inen 2 uçak daha olması pasaport kontrolunu tam bir karmaşaya çevirmişti. İnsanlar havasız ve dar bir ortamda hiçbir sıranın olmadığı bir salonda üstüste yığılmış, sıralarının kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Burada da yaklaşık 30 dk’lık bir beklemeden sonra arka taraftan görevli bir bayanın seslenmesi ile ve ayrı bir tarafta yer alan diplomatların ve uçuş görevlilerinin işlemlerinin yapıldığı bir yeri göstermesi ile havaalanından çıkış yapabildik.
Toplu taşıma ile havaalanından şehre gitmek için 2 seçenek var. Aeroexpress ile kişibaşı 450 rubleye pavelatskaya istasyonuna gitmek, daha sonra metroya geçiş yapıp istediğimiz yere gitmek veya kişibaşı 120 rubleye havaalanının hemen karşı tarafından kalkan 308 numaralı otobüsle Domodedovskaya metro istasyonuna, oradan da metroya geçip yine kişibaşı 50 rubleye şehirde gideceğimiz yere gitmek. Biz otobüs + metro olan 2. seçeneği seçtik.
Metroyu kullanmanın en problemli yanı istasyondan dışarı çıktıktan sonra hangi kapıdan çıktığınız ve ne yönde gitmeniz gerektiğini bulmak, sormak ya da tahmin etmek. Çünkü genellikle metro istasyonlarında birbirinden farklı yönlere çıkılan 2-3 çıkış bulunuyor ki biz de Pavelatskaya istasyonundan çıkarken aynı şey oldu. Oteli sorduğumuzda kimse ya bir şey anlamadı ya da yardımcı olmak istemedi. Telefondaki navigasyon uyduya bağlanana kadar bir süre etrafta dolandık ve sonra navigasyon yardımı ile MercurePavelatskaya otelini elimizle koymuş gibi bulduk.
Pavelatskaya bölgesi gördüğümüz kadarıyla şehrin güzel ve nezih bölgelerinden birisi ve bu bölgede rahatlıkla kalınabilir. Kızıl meydana da 2 metro durağı uzaklıkta. Otelimiz de gayet güzel ve rahat bir oteldi. Otelde çalışan Türkmen ve Özbekler de bizleri görünce bayağı ilgilendiler.
Eşyalarımızı otele yerleştirdikten sonra tekrar dışarı çıkıp metro istasyonuna doğru yola koyulduk, amacımız ilk olarak Kızıl Meydan ve Kremlin Sarayı çevresine gitmek ve birşeyler atıştırmaktı. Metro istasyonundaki gişeye gidip,  gişedeki memura 400 rubleye 2 adet 3 günlük metro bileti istediğimizi anlatmaya çalıştık ancak ne o bizi anlıyordu ne de biz onu. Sıranın arkasındakilere de anlatmaya çalıştıysak da bir türlü anlaşamadık. Son çare olarak ne olur ne olmaz diyerek yanımda götürdüğüm elektronik sözlüğü çıkardım ve ‘gün’ kelimesinin Rusça karşılığını bulup sıranın arkasındaki rus bayana yarı işaret dili yarı sözlükle anlatmaya çalışınca nihayet anlaşabildik, o da gişedeki bayana anlatınca biletlerimizi aldık ve metroya binerek Kızıl Meydan ve hemen yanı başında bulunan Kremlin Sarayına ulaştık.

Kızıl Meydanın Girişi
Büyük bir kapıdan geçerek Kızıl meydana giriyoruz. Eskiden, şehrin merkezinde büyük bir pazar yeri ve Moskova’yı önemli Rus şehirlerine bağlayan bir kavşak noktası olan bu meydana Ruslar, «Krasnaya Ploşçad» yani «Güzel meydan» derlermiş.
Moskova'nın bu en büyük meydanı, hem çok geniş bir alanı kapladığı, hem uzun bir tarih geçmişini yansıttığı için zamanla, bütün resmi gösterilerin yapıldığı önemli ve sembolik bir yer haline gelmiş.
Sonradan, Kremlin’in kulelerinden birinin tepesinde yakuttan yapılmış bir yıldız parladığı için «Kızıl Meydan» adı verilmiş.

Kızıl Meydan

Lenin’in mozolesi de Kızıl meydandadır. Bir duvarın üzerine oyulmuş küçük bölmelerde de, Sovyet büyüklerinin ve ilk kozmonot Gagarin’in külleri saklanır.
Kremlin ise rusçada ‘Kale’, ‘Şato’ veya ‘Hisar anlamına geliyor ve birçok tarihi rus kentinde bu tür Kremlin’ler bulunurmuş. Eskiden çarların sarayı olan, bugünse hükümet binası olarak kullanılan Moskova Kremlini o kadar ünlenmiş ki kısaca Kremlin sarayı olarak biliniyor ve Rusya’nın simgelerinden biri haline gelmiş. 1990 yılında Kızıl meydan’la birlikte Unesco dünya mirası listesine alınmış. Büyük ve yüksek duvarlarla örülen çevresi neredeyse tamamıyla kırmızı tuğlalarla kaplanmış...
Kızıl meydanın hemen doğusunda GUM alışveriş yer almakta. Eskiden devlet satış mağazaları, şimdi ise birçok ünlü ve pahalı mağazaların olduğu 3 katlı bir alışveriş merkezine dönüşmüş. Binanın girişi ve içi görsel olarak çok güzel süslenmiş.

Gum Alışveriş Merkezi
Meydanın güneyinde ise Saint Basil ( Aziz Vasili ) katedrali bulunmakta.  Soğana benzeyen rengarenk kubbeleriyle meydanı süslüyor. 1555 - 1561 yılları arasında Rus Devleti'nin Kazan ve Astrahan hanlıklarına karşı kazandığı zaferleri kutlamak amacıyla Korkunç İvan tarafından yaptırılmış. Değişik şekilde tasarlanmış olan sekiz kubbe, sekiz ayrı zaferi simgelemekte ve önceleri som altın olan kubbeler 1670'den sonra değişik renklerde boyanmış. Ayrıca halk arasında yapan mimar bir daha bu kadar güzel bir katedral yapamasın diye gözlerinin kör edildiği efsanesi dolaşmakta. Kilise bugün müze olarak kullanılmaktadır.


Meydanın etrafında dolaşıp resim çektirdikten ve GUM alışveriş merkezinde bir süre dolandıktan sonra yemek yemek amacıyla meydanın dışında yer alan alışveriş merkezinin içerisindeki restoranlara göz attık. Burada bize en cazip gelen My-My adlı restoranı oldu. Fiyatlar gayet uygun ve tezgahta duran yemekler arasında self-servis olarak istediğiniz kadar alıp kasada tarttırıyor ve aldığınız gram üzerinden ödeme yapıyorsunuz. Yemeğimizi yedikten sonra yorulmuş bir şekilde metroya binip otelimize döndük.
Ertesi gün sabah uyandıp otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra tekrar metro ile Kızıl Meydana doğru yola koyulduk. Bugünkü amacımız HopOn-HopOff tur alıp çok da fazla yorulmadan tüm turistik yerleri dolaşmaktı.  
Gum alışveriş merkezi içerisindeki tur büfesinden kişi başı 800 Rubleye 24 saatlik turumuzu aldıktan sonra alışveriş merkezinin yan tarafından otobüse bindik. Yeşil ve kırmızı hat olarak 2 hat var turda ve toplamda 35 farklı durak yer alıyor.















Yağmur bulutlarının yoğun olarak toplandığı ve yağmak veya yağmamak arasında bir türlü karar veremediği serin bir Moskova gününde otobüsten inmek pek de içimizden gelmiyor, rahat rahat yorulmadan otobüsün içerisinde birer birer durakları tüketiyoruz, ta ki Arbatskaya meydanına kadar. Öğlen sonra karnımız acıktığı için bu durakta inip yemek yiyebileceğimiz iyi bir restoran aradık. Arbat caddesi tamamıyla trafiğe kapalı bir cadde, aynen İstiklal caddesini andırıyor, kalabalık ve zaman geçirmek için güzel bir cadde. Aynı zamanda çeşitli restoranları ile de rahatlıkla kendinize uygun bir yer bulabileceğiniz bir cadde.
Arbatskaya
Kendimize uygun bir yer ararken, cadde üzerinde ТоДаСё– Todase-  adlı japon-uzakdoğu yemekleri yapan bir restoran  gözümüze kestirip içeri girdik. Fiyatlar ve ortam gayet uygundu. Rusların geleneksel borç çorbası, suşi ve acılı dana eti söyledik. 
Yemeklerimizi yedikten sonra caddede dolaşmaya devam ettik, daha sonra Doruk için Beverly Hills Diner adlı restorana girdik. Orada da amerikan usulü hamburger ve Phily’s Steak yedikten sonra turumuza kaldığımız yerden devam etmek üzere arbatskaya meydanından tur otobüsüne tekrar bindik.

Beverly Hills Diner
Günün sonunda neredeyse Moskova’nın tüm turistik mekanlarını görmüş olduk. Saat 9 gibi turu tamamlayıp kremlin meydanında inip metro ile otelimize döndük.
Otelde sohbet ettiğimiz özbek garson bize yeni yapılan Vegas adlı büyük bir alışveriş merkezini tavsiye etti. Metro ile yaklaşık 45 dakika mesafedeymiş.

Vegas Shopping Mall
Ertesi gün uyandıktan sonra ekonomik fiyatıyla sürekli internette rastladığımız ve nasıl olduğunu test etmek amacıyla rezervasyon yaptırdığımız Ibis Paveletskaya oteline geçtik. Yalnız bu test bizim için biraz hayal kırıklığı oldu, otel ve odalar beklediğim gibi çıkmadı, elbette ki birçok otelden daha düzgündü ancak belki de bizim şanssızlığımız oldu.
Otele yerleştikten sonra özbek garsonun tavsiye ettiği Vegas alışveriş merkezine gittik. Muhtemelen Moskova’nın en yeni ve bahsettiği kadar büyük ve güzel bir alışveriş merkezi olduğunu söyleyebilirim, food-court’u ve restoranları da da fena değil, hatta dışarıda bir de şehir turu için helikopter pisti mevcut.
Alışveriş merkezinde bir süre gezdikten sonra şehir merkezine tekrar döndük. Kremlin sarayını niyetlendik ancak o kadar çok sıra vardı ki sıraya girip bir sürü vakit kaybetmeyelim diye vazgeçtik. Bir süre sarayın çevresinde dolandıktan sonra akşam yemeği için internetten bulduğum Tanuki – Тануки adlı Japon restoranını aramaya başladık, ancak bayağı bir yol gidip restoranın taşındığını öğrenince tekrar Kızıl meydana geri döndük.
Meydanın girişinin karşısındaki yeralan alışveriş merkezinin içerisindeki Jamie’s Italian restoranına girmeye karar verdik. Eşimin İngiltere’den aşina olduğu restoran, yemekleri ve ortamı ile tüm yorgunluğumuzu aldı. Biftek severler için Aged Sirloin Steak’i sunumu ve lezzeti ile şiddetle tavsiye ederim.Çok güzel bir akşam yemeğinden sonra tekrar otelimize döndük.



4. ve son gün Doruk’a söz verdiğimiz şekilde onu Moskova Hayvanat bahçesine götürdük. Sabah otelden çıkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra yine metro ile hayvanat bahçesinin hemen yakınında yer alan Krasnopresnenskaya Metro istasyonuna kadar kadar gittik. Giriş ücreti siviller için hafta içi 400, hafta sonu 500 Ruble, çocuklar ise ücretsiz. Hayvanat bahçesi çocukların iyi ve eğlenceli vakit geçirebilecekleri bir yer olduğu için Doruk da çok eğlendi. Hayvanat bahçesinde yaklaşık 3-4 saat vakit geçirdik.




  













Daha sonra tekrar metro ile Arbatskaya caddesine geldik. Amacımız bir şeyler atıştırdıktan sonra Kızıl meydana dönüp bilet sırası ve vakit darlığından dolayı giremediğimiz Kremlin Sarayı’na girebilmekti.
Caddenin sonuna sonuna doğru ünlü hamburgerci Shake Shack'i görünce daldık kapıdan içeri. Tabii burada size hamburgerlerini tavsiye etmemi bekliyorsunuz ancak Shake Shack'de hamburgerden daha fazla 'original lemonade'i beğendim. 
Yemeklerimizi yedikten sonra tekrar metroya binerek Kızıl Meydana geldik ancak Kremlin Sarayı'nın girişinde yine aşırı bir kuyruk olduğundan dolayı girmekten vazgeçip Kızıl Meydanın hemen yakınında yer alan dünyaca tanınmış Bolshoy Tiyatrosuna doğru yürümeye başladık. 1856’da ünlü mimar Joseph Bove tarafından tasarlanıp inşa edilen tiyatro hemen her dönemde, gerek Moskova’da gerekse Rusya ve tüm dünyada temsiller veren opera ve bale topluluklarıyla ün yapmış.


Bolşoy Tiyatrosu

Bolşoy Tiyatrosunun çevresini dolaşırken hemen arka tarafında yer alan trafiğe kapalı bir cadde keşfettik. ( (Ulitza Kuznetsky Most) Çeşit çeşit restoranların, cafelerin ve barların olduğu caddeyi son gün keşfetmiş olmanın üzüntüsü içerisinde dolaştık. Hatırladığım kadarıyla okuduğum hiçbir blokta bu caddeden bahsedilmemişti, ancak Moskova’ya gidenlere mutlaka akşam saatlerinde bu caddeyi ziyaret etmelerini, güzel bir yemek yeyip sonrasında da keyifli bir bara oturup zaman geçirmelerini tavsiye ederim.
Ul. Kuznetsky Most
Biz de Moskova'daki son akşam yeğimizi cadde üzerinde yer alan Gusto adlı İtalyan restoranında yedik. Pizzası, makarnası ve içecekleri ile gayet şık bir italyan restoranıydı. Yemeğimizi yedikten sonra ertesi sabah uçacağımız Saint Petersburg için eşyalarımızı toplamak üzere otele döndük.
Ziyaret edilmesi gerekli şehirler listenden bir ülkeyi daha çıkartmış oluyorduk.

Moskova meydanları, sarayları ve birbiri arasındaki mesafeleri ile nedense bize aşırı büyük geldi, gezerken aşırı yorulduk aslında, hatta birçok yerine de tam olarak gidemedik. Gitmeden önce planını yaptığım birçok şeyi zaman darlığından dolayı da yapamadık. Örneğin büyük parkların ziyareti, Nazım Hikmet’in mezarı, halk pazarları veya müze ziyaretleri. Bunların her biri muhtemelen yarım gününüzü alacaktır. 

Kremlin


Ve Moskova Metrosu....... Her zaman çok kalabalık ve güzel. bu kadar kalabalıkta fotoğraflar da güzel çıkmadı ve ayrıca fotoğraf çekmenin yasak olduğunu duyunca çok da detay alamadım.


Son olarak İstanbul - Moskova hayat staandartları karşılaştırması :


visited 25 states (11.1%)

31 Ağustos 2015 Pazartesi

Gezimanya.com'da yayınlanan söyleşim



1 - Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1971 yılında Adana’da doğdum, Adana Anadolu Lisesi’nden mezun olduktan sonra Uludağ Üniversitesi Endüstri mühendisliği bölümünde lisans eğitimimi ve sonrasında ise yine aynı üniversitede İşletme yüksek lisansımı tamamladım. Uzun bir aradan sonra, bu yıl başında da Çukurova Üniversitesinde Endüstri Mühendisliği doktorasına başladım . Yaklaşık 20 yıldan beri, öğrenciyken ‘ bu sektörde çalışılır mı, Allah yazdıysa bozsun ‘ dediğim tekstil sektöründe Endüstriyel Verimlilik Müdürü olarak çalışıyorum. Adana’da yaşıyorum, 12 yıldır evliyim ve neredeyse doğduğundan beri sürekli bizimle seyahat eden 8,5 yaşında bir erkek evladımız var.

2 - Bir “gezgin” olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız? 
 Aslında gezmek ya da doğru bir deyimle seyahat etmek diyelim, bir virüs gibi, aşısı veya tedavisi yok, kanınıza girdimi kurtulamıyorsunuz. Hatta gezdikçe, yeni yerler yeni ülkeler keşfettikçe daha fazla yer, daha fazla ülke diye hırs yapmaya başlıyorsunuz. Bu hırs-istek nereye kadar devam eder bilemiyorum ancak bu virüsün bulaşması için bir yerlerden başlamak gerekiyor. Komik gelebilir belki ama, her ne kadar şu an başka havalimanlarından da yurtdışına uçuş yapılabiliyor olsa da, öncelikle Atatürk havalimanı dış hatlar terminalinden başlamak, oranın havasını solumak lazım gibi geliyor. AHL dış hatlar terminalindeki pasaport kontrolünden geçtiğim anda artık başka bir yerde başka bir ülkedeymiş hissi uyanmıştır sürekli bende, o andan itibaren Türkiye ve içinde bulunduğu karmaşa-stres ortamıyla ile hiçbir bağım kalmıyor artık. Hatta yurtdışında iken kesinlikle haber okumamaya ya da dinlememeye de özen gösteriyorum. Çevremde konuştuğum birçok insan çekindiği, ne yapacağını bilmediği için yurtdışına çıkma cesareti gösteremiyor, ancak dediğim gibi ya turlarla ya arkadaş grubuyla bir kez çıktıktan sonra devamı geliyor. Bunun için yabancı dile veya yüksek bir bütçeye ihtiyaç olduğunu da düşünmüyorum. Hatta birçok ülkede tarzanca konuşarak insanlarla daha iyi anlaşabiliyorsunuz. Bu arada gezginlerin bloglarını da takip etmeye çalışıyorum. İnanılmaz insanlar, inanılmaz gençler var ülkemizde. Tek başlarına güney amerika kıtasını keşfedenleri mi ararsınız, Hindistan’da- Nepal’de aylarca dolaşanları mı ararsınız, gerçekten inanılmaz hikayeler var.



3 - Bugüne kadar gördüğünüz yerler arasında sizi en çok neresi etkiledi? Neden burası?
Bu konuda 2-3 farklı seçeneğim olsa da en ağır basanı kuşkusuz New York. İnanılmaz canlı bir şehir, hayat 24 saat yaşanıyor resmen. Hatta bana ‘son bir seyahat hakkın kaldı nereye gitmek istersin’ diye sorsalar, cevabım ‘ Tabii ki New York ‘ olurdu. Bunu söylerken NY’a 2 kez gittiğimi, 2 seferinde de kış aylarına denk geldiğini ve gözlerimden yaşlar gelecek kadar soğuk olduğunu da sözlerime eklemeliyim. JFK havalimanından çıktığınız anda, sürekli seyrettiğimiz dizilerden veya filmlerden olsa gerek, NY, bir film sahnesinin içindeymişsiniz hissi uyanıyor. Times Square, 5th Avenue, Central Park, Empire State, Özgürlük Anıtı ve daha niceleri, hepsi de çok etkileyici. NY demek aynı zamanda Manhattan, Brooklyn ve Long Island demek. NY sadece görsel bir şölen sunmuyor ziyaretçilerine, aynı zamanda nefis yemekler ve gurme restoranlarda sunuyor. Dünyanın tüm mutfaklarını bulabileceğiniz gibi sokak satıcılarını ve ‘Deli’ denen kahvaltı-atıştırmalıklar sunan market tarzı yerleri de denemenizi öneririm.



4 - Balayınızı Uzakdoğu’da geçirmişsiniz, hangi şehirleri gördünüz biraz anlatır mısınız, balayına gideceklere Uzakdoğu’yu tavsiye eder misiniz? 
Uzakdoğu hatıraları aklıma geldikçe, sürekli bir gülümseme beliriyor yüzümde ve inanın içim mutlulukla doluyor. Balayı için Uzakdoğuyu tercih etmek başlangıçta çılgınlık gibi gelmişti ancak gidip gördükçe ne kadar doğru bir seçim yaptığımızı anladık. Bazıları yemeklerden, kokulardan şikayet edecektir ancak gerçek bir macera ve deneyim yaşamak istiyorsanız her balayı çiftine ve hatta herkese öneriyorum, ancak bana sorarsanız ilk seferinde bir tur şirketiyle gitmenin daha keyifli olacağı düşüncesindeyim. Biz Bangkok, Pattaya ve Singapur’un içinde olduğu 10 günlük bir tur almıştık ama aynı zamanda günübirlik olarak Singapur’dan otobüs ile Malezya’ya da gitme fırsatı bulduk. Yolculuklarımızı keyifli yapan diğer bir unsur ise sunduğu hizmet kalitesi ile Singapur havayolları’ydı. Uzun bir uçuş olmuştu ve evimizden çıktıktan 27 saat sonra Bangkok’a ulaşmıştık. Bu kadar uzun bir uçuşun en keyifli yanı, sonrasında Bangkok’ta yaptıracağınız 2 saatlik bir Thai masajı. Nehir gezisi, fil gösterisi, yüzen market, yılan şovları, timsah çiftliği, egzotik meyveler ve harika bir deniz deneyimi Tayland’da tadacağınız zevkler. Tayland’dan sonra gittiğimiz Singapur ise daha sakin daha modern ancak kesinlikle görülmesi gereken bir ülke-şehir. Tayland’da 7 günlük yeme- içme macerasından sonra Singapur’daki ilk akşam riverside’da gittiğimiz italyan lokantasında turdaki herkesin sızma zeytinyağı-balsamic sos ve parmesan peynirine ekmekle saldırması görülmeye değerdi şahsen.


5 - Dresden’de de bulunmuşsunuz, çok popüler bir şehir değil, sizin gözünüzden dinleyebilir miyiz? 
Dresden her ne kadar popüler bir şehir olarak karşımıza pek çıkmasa da aslında ‘Krallar Kenti ‘ olarak biliniyor ve ‘Elbe’nin (Nehri) Floransa’sı diye geçiyor. Mimarisi ve tarihi güzellikleri ile, özellikle Prag’a gidenler için, günibirlik gidip görülebilecek güzel bir şehir. Prag’dan otobüsle 2 saatte gidebiliyorsunuz ve neredeyse tüm tarihi ve turistik mekanlar şehrin altstadt denen merkezinde konsantre bir biçimde toplandığı için rahatça kısa süre içerisinde gezebiliyorsunuz. Şehir 2.dünya savaşı sırasında büyük bir yıkıma uğramış ve müttefikler tarafından ağır bir bombardıman geçirmiş olmasına rağmen doğu almanlar tarafından neredeyse aslına sadık kalınarak yeniden inşa edilmiş. Ben tüm şehri yürüyerek dolaşmama rağmen biraz yoruldum ancak gayet keyif aldım. Altmarkt platz, Zwinger Saray, Frauenkirsche, Theaterplatz, Brühlsche Terrace, Fürstenzug, Augustus Köprüsü ve Neustadt kısmında yer alan Altın Atlı Heykeli görebilir ve çeşitli müzeleri gezebilirsiniz.




6 - Montreal seyahatiniz ne zaman gerçekleşti, Montreal’de yaşam sizce nasıl? 
Yaklaşık 1 sene önce Montreal’a gittim. Havalimanına indiğiniz andan itibaren dünyadaki diğer ülkelerden farklı bir ülkeye indiğiniz hissi uyanıyor. Gülümseyen insanların ülkesi diye adlandırıyorum ben Kanada’yı. Sabah yolda yürürken hiç tanımadığınız insanlar gülümseyerek yanınızdan geçiyor, hiç tanımadığınız bir insan size ‘Merhaba, günaydın’ diyor. Ancak bunda Kanada’nın ingiliz-amerikan etkisinden ziyade fransız etkisinin yattığını düşünüyorum. Çünkü bu tür yaklaşımlar hiç amerikanvari bir yaklaşım tarzı değil bence. Gördüğüm kadarıyla Montreal’de yaşam pek de kolay değil, insanlar bizim kadar olmasalarda yine yoğun olarak çalışıyorlar. Şehirde öğrenci nüfusu bir hayli fazla. En ünlü üniversitesi aynı zamanda köklü bir geçmişi de olan McGill üniversitesi. Montreal’in ve hatta Kanada’nın yazın çok keyifle gezibilecek bir ülke-şehir olduğunu düşünüyor, ancak bloğumdaki resimlerden de görebileceğiniz üzere sonbahar da renkler açısından ayrı bir keyifli. Kışın Kanada’nın çok soğuk olduğu biliniyor, bundan dolayı insanlar yeraltı şehri dedikleri alışveriş merkezlerine iniyorlar, yaklaşık 500.000 kişi aynı anda yeraltı şehrindeki alışveriş merkezlerinde dolaşabiliyor, foodcourtlarda yemek yiyebiliyor ve metroda seyahat edebiliyor. Ancak kışın -30°C’yi bulan bir havada yaşamak muhtemelen çok zordur diye düşünüyorum. Bununla ilgili olarak google’dan ‘ Kanada’ya giden bir Adana’lının günlüğü’ diye aratıp Adana’lının yaşadıklarını komik bir dille okuyabilirsiniz. Zaten Kanada’ya giden birçok insanın soğuktan dolayı kaçıp ülkemize geri döndüğü de söyleniyor. Eğer gezmek için Kanada’ya gidiyorsanız 8-10 günlük bir seyahat programı ile Montreal – Ottowa ve Toronto’yu Niagara Şelaleleri de içinde olacak şekilde gezebilirsiniz.



7 - Las Vegas’ı gezip görmüş biri olarak, Las Vegas yolcularına tavsiyeleriniz neler olur? Muhtemelen hiç kimse sadece Las Vegas’ı görmek için gitmeyecektir diye düşündüğüm için öncelikli olarak tavsiyem Los Angeles-San Francisco-San Diego ve Las Vegas olarak 2-3 haftalık bir seyahat planı yapmaları. Son durak olarak Las Vegas’ı eklememdeki sebep, öncesi bayağı yorucu olacağını düşündüğüm bu seyahatin son günlerini hem eğlenerek hem de dinlenerek geçirebilmeleri. Ayrıca Las Vegas’a kadar gelmişken 2 gün ayırıp Grand Canyon’a da gitmekte fayda var. Bu arada araç kiralayarak LA’den Las Vegas’a gidenlere gidiş için Cuma ve Cumartesi, dönüş için Pazar ve Pazartesi günlerini çok yoğun trafikten dolayı tavsiye etmiyorum. Bunların yanısıra gelelim Las Vegas’a. Las Vegas’ın girişinde ‘ Welcome to fabulous Las Vegas ‘ tabelasını gördüğünüz anda zaten nasıl bir yere geldiğinizi anlıyorsunuz. Strip adlı tek bir ana cadde üzerinde sıralanmış bir sürü özel temalı otel, New York, Paris, Mısır Piramitleri, Venedik gibi temalar var. Tüm otellerin girişleri ve kumarhaneler ziyaretçilere açık. Neredeyse herbir otelin içi ayrı bir dünya. Otellerin dekorasyonları için inanılmaz para harcamışlar, mimarisi ve peysajları harika. Biz gittiğimizde Wynn Otel’de konaklamış ve son derecede memnun kalmıştık. Otellerin içerisine girdiğiniz anda gece ve gündüz kavramını yitiriyorsunuz ki zaten böyle bir amaç için yapılmışlar, içeride zaman kavramını yitirin ve kumarhanede para harcayın diye. Benim en çok beğendiğim yer Planet Holywood otelinin içerisindeki Miracle Mile oldu. Mutlaka ziyaret etmenizi öneriyorum, diğer otelleri de tabii ki sırasıyla ziyaret edin. Ayrıca gece şovları da süper., bunlara da katılmanızı öneririm, özellikle David Cooperfield’a. Las Vegas için 3-4 gün yeterli , ama biraz daha fazla dinleneyim derseniz 5 gün kafidir. Bu arada boşuna dememişler ‘ Vegas’ta olan, Vegas’ta kalır ‘ diye.


8 - Seyahat rotanızı nasıl belirlersiniz? 
Benim için yaz tatili planlaması Şubat veya Mart aylarında başlar, çünkü uçuşlar için uygun fiyata yer bulabiliyorum. Özellikle mil puanlarıyla uçacaksak bu aylar yer uygunluğu açısından çok müsait oluyor ve istediğiniz tarih aralığında yer bulabiliyorsunuz. Öncelikli olarak kolay vize alabileceğim veya vize istemeyen ülkeleri tercih ediyorum. Aslında ticari vize ile başvuru yaptığımız için şimdiye kadar hiçbir ülkede problemle karşılaşmadık ama vize süreci Adana’dan uğraştırıcı ve git-gel pahalıya mal oluyor, o yüzden bu konuda kolaya kaçmaya çalışıyorum. Uygun uçuş bulduğum anda otel fiyatlarını kontrol ediyorum, eğer her ikisi de uygunsa uçak biletlerini satın alıyor, otel rezervasyonunu da yaptırıyorum. Bu arada bu işlemleri kredi kartıyla hallettiğim için seyahate başlayıncaya kadar geçen sürede bunların masrafları taksit taksit ödenmiş ve bitmiş oluyor, geriye sadece seyahat esnasında harcayacağım para kalıyor. Otel olarak 4-5 yıldızlı zincir otellerde kalmayı tercih ediyorum, en azından otelin standardı konusunda kafam rahat oluyor. Genellikle otelleri de otel puanlarımla ayarlamaya çalışıyorum, böylece ucuza mal oluyor. Otel ve uçak rezervasyonları tamamlandıktan sonra sıra gideceğimiz ülkedeki transferleri ve programı yapmaya geliyor. HopOn/HopOff tur planları bunları yapmak ve incelemek için ideal. Transferler için de google maps uygulaması süper. Özellikle Metro ve Otobüs kullanacaklar için numaralarına ve saatlerine kadar herşeyi veriyor. Ayrıca Apple Store’daki City Guides’lar da bayağı bir fikir veriyor. Tüm ayarlamaları yaptıktan sonra sıra seyahat gününü beklemeye kalıyor, ancak inanın gayet uğraştırıcı bir çalışma ve bayağı bir mühendislik çalışması gerektiriyor aslında :)  Bunların sonucunda turla gittiğiniz seyahatin neredeyse yarı fiyatına mal etmiş oluyorsunuz. Örneğin geçen ay gittiğimiz 8 günlük Moskova-St Petersburg seyahati tüm konaklama-uçuşlar-transferler ve yeme-içme-gezme kişi başı 400 Euroya mal oldu.

9 - Farklı bir ülkeye yerleşme şansınız olsa nereyi seçerdiniz? Neden burası? 
Yerleşmek ve yaşamak istediğim tek ülke var, Japonya. İnanılmaz güzellikte ve inanılmaz güzel insanların yaşadığı bir ülke. Japonya’da bir hafta süresince bulundum, insanların birbirlerine karşı olan saygısı ve yardımseverliği inanılmaz boyutlarda olduğunu gördüm. Çok fazla inanılmaz kelimesini kullandım ama gerçekten gidip yaşamak ve görmek lazım.

10 - Gezi deneyimlerinizi paylaştığınız blogunuzun adresi nedir? 
Gezi deneyimlerimi ‘To Travel or not to travel. That is our life ‘ adlı bloğumda paylaşıyorum. Linkine şu şekilde ulaşabilirsiniz : http://gukelge.blogspot.com.tr/
visited 25 states (11.1%)

24 Nisan 2015 Cuma

MONTREAL SEYAHATİ / GÜLÜMSEYEN İNSANLARIN ŞEHRİ


Nedendir bilmiyorum, Kanada’ya giderken sanki başka bir gezegene gidiyor gibiydim. Uygulamış olduğu vize politikaları, vize başvurularında zorluk çıkarması ve inanılmaz bürokrasi gibi konulardan dolayı ulaşmak çok zor geliyordu. Ancak ticari vize olması, davetiyemin bulunması gibi konulardan dolayı hiçbir zorlukla karşılaşmadan 10 yıllık vizeyi aldım. Hatta birçokları 2 ay gibi bir sürede vize alırken benim başvurumdan kısa bir süre sonra Prag seyahatimin olması ve pasaportuma ihtiyacım olduğundan dolayı başvurumu 15 gün gibi kısa bir sürede yanıtladılar. Ancak Prag seyahatimin kesin biletimin alınmış olması koşuluyla.
Uzun bir uçak yolculuğundan sonra problemsiz bir şekilde indiğimiz Montreal Pierre Eliot Trudeau uluslararası havalimanından şehre gitmek için çeşitli alternatifler olmasına rağmen 747 numaralı express otobüsü kullandık. Bilet ücreti 1 day-pass ücretine denk gelen kişi başı 10 CAD. Havaalanı içerisinde bilet almaya çalıştığımızda otobüsün görevlisi  1 day-pass yerine 18CAD’a 3 günlük pass almamızı tavsiye etti, ancak aynı zamanda 1.günün gece 12’de dolacağını söyleyince kafamızı karıştırdı. Sonunda  3 günlük pass almaya karar verdik ancak havaalanındaki bilet cihazından  3 günlük pass satılmadığını görünce görevli bize ücretsiz olarak otobüse binebileceğimizi ilk durakta inip hemen yanıbaşındaki metro istasyonundan 3 günlük pass’i  alabileceğimizi ve sonra tekrar bir sonraki otobüse binip yolumuza devam devam edebileceğimizi söyleyince biz de o şekilde yapmaya karar verdik.
İlk durakta indikten sonra metro istasyonundan şehir merkezine  gidebileceğimizi öğrenince 10 CAD’lık 1 day-pass almadan 3 CAD’e tek yön biletimizi alıp yolumuza metro ile devam ettik. ( Türk aklı işte )
Otelimize (Novotel City Center Montreal ) ulaştığımızda yerel saatle akşam 9 olmuştu.  Uykusuzluk ve yorgunluktan direk kafayı vurup yattım ancak gece yarısı 2 gibi uyandım ancak bu saatten sonra saat farkından dolayı bir türlü uyuyamadım. Kah odada dolandım, kah televizyon seyrederek sabah saat 7’yi zor ettim.
Saat 7’den sonra kendimizi dışarı atıp kahvaltı yapacak bir yerler ararken ilk gördüğümüz Starbucks’a daldık. Buz gibi bir havada sıcacık kahvelerimizi yudumlamanın ve sandviçlerimizi yemenin keyfi başkaydı.
Kahvaltımızı yaptıktan sonra ertesi gün toplantının olacacağı McGill üniversitesine doğru yürümeye başladık. Ortalık yeni yeni hareketlenmeye başlamıştı. Montreal aslında bir üniversite kenti havasında, 4 üniversite’nin olduğu şehirde dünyanın dört bir tarafından gelmiş yaklaşık 125 bin öğrenci yaşıyor. McGill üniversitesi’nin binaları ve bahçesi Harry Potter filmlerinden çıkmış hissi uyandırıyor insan üzerinde.
McGill Üniversitesi














McGill üniversitesinden sonra elimizdeki şehir haritasından bakarak nehre doğru inip oradan ‘Old Town ‘ ın olduğu kısımlara doğru yürümeye başladık. Güneş binaların arasından yüzünü bir gösteriyor, bir kayboluyordu, buz gibi esen rüzgar da ister istemez insanı çarpıyordu.














Sokaklarda ve caddelerde yürümeye başladığınızda ilk dikkatinizi çeken neredeyse tüm insanların gülümsüyor olması. Hayatınızda bu kadar çok gülümseyen insanı bir arada göremezsiniz. İnsanlar ya çok mutlu ya da biraz uçuk-kaçık. Şehrin kozmopolit yapısını incelediğinizde 80’den fazla etnik grup yaşadığı ve çok kültürlü yapısıyla dünya çapında bir üne sahip olduğu söyleniyor. Yaklaşık 10000 civarında da Türk yaşadığı ve bunların çoğunluğunun Denizlili olduğu söyleniyor. 












Nehre ulaştığımızda kenarının boydan boya park olduğunu gördük. Aslında ilkbahar ya da yazın gelebilseydik çok daha keyifli olacağına eminim ancak şu haliyle bile güzeldi. Bir süre parkta yürüdükten sonra Jacques Cartier meydanına doğru saptık. Haritadan anladığım kadarıyla Montreal’in tarihi semtlerini gezmek istiyorsanız, bu meydandan başlamak en akıllıcası. Meydanın etrafındaki kafelerde oturup birşeyler yiyip içebilir ve etrafı gayet keyifli bir biçimde seyredebilirsiniz.
Jacques Cartier Meydanı
Meydana girdiğinizde ilk dikkatinizi Montreal’in en eski anıtı olan Lord Horatio Nelson heykeli ve Belediye Binası dikkatinizi çekiyor. Nelson heykeli 1809 yılında buraya dikilmiş. Belediye binası ise 19. yy’da inşaa edilmiştir. Belediye binasının hemen çapraz karşısında ise Chateau Ramezay yer almaktadır.




















Bu arada öğleden sonra olmuş hava da hafif hafif kararmaya başlıyordu. Meydanın hemen yanıbaşında bulunan Le Fripon adlı restoranda yemek yemeğe karar verdik. Yemeklerimizi yedikten sonra otelimize doğru yola çıktık. Yaklaşık 10-15 dk yürüdükten sonra karşımıza ziyaret ettiğim tüm şehirlerin en sevdiğim bölgelerinden biri olan Chinatown çıktı. Girişinde yer alan aslanlı kapı her zamanki gibi muhteşem görünüyordu. Ancak cadde üzerinde yol yapım çalışmaları olduğu ve birçok yeri kapattıkları için pek keyifli bir yürüyüş olmadı.













İlk günün sonunda bayağı yorulmuş bir şekilde otelimize döndük. Ertesi sabah saat farkından dolayı gün yine erken başlamıştı. Sabah 5 gibi uyandıktan sonra 7.30’a kadar oyalanıp otelden çıktık. Kahvaltı yapmak için birgün önceki Starbuck’a doğru yola koyulduk. Sonrasında ise toplantının yapılacağı McGill üniversitesine gittik.














Akşama kadar toplantımız devam etti. Akşam toplantı bittikten sonra hem gezmek hem de birşeyler yemek için yeraltı şehrine inmeye karar verdik.  Yeraltı şehri dünyanın en büyük yeraltı kompleksi olarak biliniyor. Senenin yarısını kar ve buz altında geçiren Montreal için bulunmuş bir çözüm. Yaklaşık 500.000 kişi kışın burada zaman geçiriyor. İçerisinde lokantalar, kafeler, mağazalar, gece kulüpleri ve sinemalar yer alıyor ve soğuk kış günlerinde neredeyse yerüstüne hiç çıkma ihtiyacı hissetmeden bütün vaktinizi burada geçirebilirsiniz.
Akşam yemeğimizi yeraltı şehrindeki Food-Court’da yiyelim diye düşündük. O an için bize en cazip Vietnam’lıların Pho çorbası geldi. Koca bir tabakta sıcacık ve acılı bir Pho çorbası tüm günün yorgunluğunu üzerimizden attırdı. Yeraltı şehrinde bir süre dolaşıp memlekete götürmek üzere hediyelik eşyalar baktık. Daha sonra otelimize dönmek üzere yerüstüne çıkıp Rue Street Catherine caddesi üzerinde otelimize doğru yürümeye başladık.



Rue Street Catherine  restoranları, büyük zincir mağazaları sinemaları ve barlarıyla ünlü şehrin başlıca alışveriş caddesi. Neredeyse şehirde yapılacak tüm aktivitelere bu cadde ve yan sokakları üzerinde bulabilirsiniz. Günün her saatinde canlılığını koruyor.  












Ertesi gün toplantıdan sonra hedefimizde Notre-Dam Bazilika’sı vardı. Bu bazilika 1829 yılında New York’lu bir İrlandalı Protestan olan James O’Donell tarafından tasarlanmış. Vitray pencereleri, resimler, heykeller, altın renkli oymalar var. O’Donell, binadan öylesine etkilenmiştir ki  Katolik olmayı bile kabul etmiş. Eskiden batı kulesinde bulunan çan’ı çalabilmek için 12 kişi gerekiyormuş. Amerika kıtasının en büyük çan’ı. Günümüzde ise elektrikli bir düzenek var. İç mekan çok gösterişli ve girmek için 10CAD verdiğinize asla pişman olmayacaksınız.





















Otelimize dönerken güzel bir çin yemeği yemek için Çin mahallesine yöneldik. Neredeyse tüm mahalleyi dolaşıp tüm restoranlara baktıktan sonra Beijing adlı restoranda yemeye karar verdik. Önden acılı-ekşili bir çorba, arkasından da acılı biftek harika gitti. Yalnız şunu da söylemeliyim; gelen tabaklar öylesine büyüktü ki yarısını ancak bitirebildim.
















Ertesi gün ki planımız arasında Atwater Market adında yöresel bir pazar vardı. Ipad’deki şehir rehberinde mutlaka yapılması gerekli aktiviteler arasında yer alıyordu. O yüzden sabah kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra düştük yollara. Otelden Atwater Markete 3-4 km bir mesafe görünüyordu. Geze geze markete doğru gittik ancak ulaştığımızda gerçekten hayal kırıklığına uğradık. Şehir rehberinde belirtildiğinin aksine marketin içerisindeki patisserie’den başka ilginç ve farklı gelen hiçbir şey olmadı. Çok vakit kaybetmeden geri dönmeye karar verdik. Gittiğimiz yolu tekrardan yürüyerek şehir merkezine geri döndük.
Şehir merkezine döndüğümüzde kendimizi yine yeraltı şehrinde bulduk. Hem biraz dinlenmek, birşeyler atıştırmak hem de hediyelik farklı birşeyler buluruz düşüncesiyle dolaşmaya devam ettik. Akşam olduğunda otelimize döndük.



Sabah kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra Saint-Joseph Oratoryosuna gitmek için yola çıktık. Metro tam olarak yakınına gitmediği için yolun metro ile gidilebilecek yerine kadar metro kalan kısmına ise yürüyecektik.












Saint-Joseph Oratoryosu, aynı anda 13.000 kişinin girebildiği devasa bir kilise-tapınaktır. 1845 yılında Quebec’li bir ailenin 12 çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Saint Andrea Besset, kendi inşaa ettiği ve bugünkü modern yapının yanıbaşında yer alan kilisede ayinler düzenliyormuş. Artan sayıda cemaati kiliseye sığmaz olunca 1917 yılında daha büyük bir kilise inşaa etmişler. Sonrasında ise 1924 yılında inşaasına başlanan ve 1967 yılında tamamlanan Bazilika, kardeşi Andrea’nın mucizelerine inandığı Saint Joseph’e ithaf edilmiş.

























Her yıl 2 milyon kişi hacı olmak ve şifa bulmak amacıyla ziyaret ettiği oratoryo’nın duvarlarından biri şifa bulan insanların bıraktıkları baston ve koltuk değnekleri ile kaplanmış. 1982 yılında Papa John Paul mucizelerin gerçek olduğunu kabul etmiş ve Saint Andrea’yı kutsamış, 2010 yılında ise Papa Benedict XVI aziz olarak ilan etmiştir. Saint Joseph Oratoryosu, Notre Dam Bazilikasından sonra Montreal’de gezip görmeye değen yerlerin başında geliyor, aynı zamanda kent, kuşbakışı olarak da bulunduğu tepeden görülebiliyor.

























Dönüşü yürüyerek yapmak istedik ancak metro ile geldiğimizden mesafeyi tam olarak algılayamamışız, çünkü yürü yürü bir türlü yol bitmiyordu. Dönüşümüz neredeyse akşamı bulmuştu. Bayağı acıkmış bir halde güzel bir Kanada bifteği yemek üzere kendimizi Mister Steer adlı restorana attık. Eski ve köklü bir restoran görünümü vardı ve biftekleri de gayet lezzetli görünüyordu. Kendime koca bir T-Bone söyledim, yanında gelen patates kızartması, salata ve kola ile ile keyifli ve doyurucu bir yemek yedikten sonra otele gidip hazırlık yapma zamanı gelmişti. Ertesi gün akşam 23 uçağı ile geri dönüş yolculuğu başlıyordu.


Pazar olan son günümüzü şehri içerisinde dolaşarak ve fotoğraf çekerek geçirdikten sonra yine geldiğimiz gibi 747 no’lu otobüs ile havalimanının yolunu tuttuk.

 


Artık elveda demenın vakti gelmişti ‘ Gülümseyen İnsanlar Şehrine’, umarım tekrar görüşürüz, daha sıcak bir havada.
Bu arada ekstradan 3 gününüz daha olursa 600 km uzakta olan Toronto şehrine ve hemen yanıbaşındaki Niagara Şelaleleri'ne de gitmenizi şiddetle tavsiye ederim.
















Bu arada size bir de Kanada’ya yerleşen bir Adana’lının günlüğünü de yazıma eklemek istedim, kıssadan hisse işte.
















Kanada'ya yerleşen bir Adana’lının günlüğü... :))

Sevgili Günlük... 12 Ağustos Kanada'...daki yeni evime taşındım. Çok heyecanlıyım.
Burası çok güzel. Dağların manzarası muhteşem. Onların karlarla kaplı halini görebilmek için sabrımı zorluyorum.
14 Ekim
Kanada dünyanın en güzel yeri. Yapraklar kırmızı ve turuncunun tonlarına dönmeye başladı. Bir atla kır gezintisi yaptım ve bir sürü geyik gördüm. Çok güzeller. Yeryüzündeki en güzel hayvanlar. Burası resmen bir cennet. Kanada'yı çok ama çok sevdim.




















11 Kasım
Geyik avlama sezonu kısa bir süre sonra başlıyormuş.
Bu kadar güzel hayvanları öldürmeyi nasıl olur da isterler anlamıyorum. Umarım yakında kar yağışı başlar. Sabırsızlıkla bekliyorum kar yağışını...
2 Aralık
Dün gece kar yağdı. Her yerin beyaz bir örtü ile
kaplanışını seyretmek için gece saat kurup kalktım.Tıpkı kartpostal gibi. Dışarıya çıktık merdivenlerdeki ve garajın önündeki karları kürekle temizledik. Kartopu oynadık (ben kazandım). Kar temizleme makinesi gelince, garajın önündeki karları tekrar temizlemek zorunda kaldık. Yorulduk ama çok eğlendik.
12 Aralık
Dün gece biraz daha kar yağdı. Kar temizleme makinesi ile garajın önündeki karları tekrar temizledik. Burayı seviyorum ama kar da bazen sıkıcı oluyor. Yine de, iyi ki gelmişim buraya diyorum.



19 Aralık
Dün gece biraz daha kar yağdı. İşe gitmek için
garajdan çıkamadım. Burası çok güzel bir yer fakat kürekle kar temizlemekten yoruluyor insan epeyce.
22 Aralık
Boktan kar dün gece yine yağdı ! Kürekle kar atmaktan ellerim su topladı, belim tutuldu. Kar temizleme makinesi ben garajın önünü kürekle temizleyene kadar yolun köşesinde gizlendi. Pezevengin evladı !
25 Aralık
..ktiğimin karı yine yağdı. Eğer kar temizleme makinesini kullanan pezevengi elime bir geçireyim, o puştu geberticem. Yollardaki buzu eritmek için neden tuz kullanmıyor acaba ?
27 Aralık
Allahın belası kar dün gece yine yağdı. İnanılır gibi değil. Durmaz mı hiç ulan bu ? Kar temizleme makinesinin son gelişinden beri 3 gündür karları kürekle atamadığım için resmen eve hapsoldum. Hiçbir yere gidemiyorum. Hava durumunu sunan spiker bu gece 25 santim daha yağacağını söyledi ! Yuh ! Ana............ yağ bari !
28 Aralık
Dün gece kar " 83 cm " yağdı, ne 25'i ! Bu kodumunun karı yazdan önce erimez abi. Kar temizleme aracı kara saplandı, hıyar herif benden kürek istedi. Karları temizlerken son kalan küreğimi de kırdı ibne ! Ben de gittim kafa attım. Burnu yamuldu ..ospu çocuğunun. Mahkemelik olduk...
4 Ocak
Nihayet evden çıkabildim. Markete gittim, yiyecek filan aldım. Dönüşte bir geyik arabamın önüne atladı. Arabamda 3000 dolarlık hasar var. Bu pis hayvanların hepsini gebertmek lazım.
3 Mayıs
Arabayı şehirde tamirciye götürdüm. Yollara dökülen tuz yüzünden arabamın kaportası çürümüş. "Arabayı atın, yenisini alın" dedi tamirci...
10 Mayıs
Türkiye'ye kesin dönüş yaptım. Adana’ya bir daha ayrılmamak üzere yerleştim. ..kerim Kanada'yı da, karı da, geyikleri de....

Son olarak İstanbul ile hayat şartlarını karşılaştırırsak aşağıdaki gibi bir tablo çıkıyor:




visited 25 states (11.1%)