Alitalia’nın muhtemelen Türkiye’deki son kampanyası ile
almış olduğum İstanbul-Roma bileti ile İtalya’yı da görme şansı yakalamış olduk.
Özellikle hayranı olduğumuz İtalyan yemeklerini yerinde yeme fırsatı
yakaladığımız için daha bir heyecanlıydık. Biletleri erken aldığımız için yine
çok uygun fiyata alabildik. Ancak 2-3 ay kala Alitalia’dan uçuşumuz iptal
edildiği ve başka bir uçuşla değiştirebileceğimizi bildiren bir mail alınca
açıkçası şok olduk. Aynı zamanda yurtiçi aktarma biletlerimiz de tamamdı ama
saatler ve tarih değişirse bunlar da yanabilecekti. Neyse ki biraz uğraştıktan
sonra Alitalia ile istediğimiz tarihlere biletleri değiştirdik, THY de yurtiçi
için başta problem yaratmış olsa da onlar da ücretsiz olarak biletlerimizi
değiştirdiler.
|
Gezgin olduğu çocukluğundan belli... |
Alitalia gün içerisindeki tüm uçuşlarını iptal etmişti,
sadece sabah 5’te tek uçuş bırakmıştı, bu da bizim için Adana’dan İstanbul’a
gelip geceyi havaalanında geçirmemiz demekti.
Gece Adana’dan İstanbul’a gelip Atatürk havalimanında
Alitalia kontuarın açılmasını bekledik. Uçuş kartlarımızı almak için sıraya
girdiğimizde nedendir bilinmez biletlerimiz sistemde görünmüyordu. Bayağı bir
uğraştan sonra ve neredeyse son dakika diyebileceğim bir saatte uçuş
kartlarımızı verdiler ve bizi uçağa aldılar.
Roma Fuimicino havalimanına inip pasaport kontrolden
geçtikten sonra Leonardo Express tren ile kişi başı 14 Euro’ya Roma Termini’ye
ulaştık. Otobüs muhtemelen daha ucuza gidiyordu ancak ilk anda otobüs olayını
çözemediğimiz için muhtemelen yarı yarıya daha ucuz olan otobüsü kullanamadık. Roma
Termini’de indikten sonra Piazza Bologna semtindeki otelimize gitmek için
metroya geçtik. Otelde bir süre dinlenip yol yorgunluğunu attıktan sonra
öğleden sonra tekrar metroya binip şehri gezmek için yollara düştük.
|
Piazza Del Popolo |
Gezimize ‘Rome Travel Guide and Offline City Map’ IOS uygulamasında
önceden tespit ettiğimiz popüler yerlere göre belirli bir sıra oluşturarak
başladık ve uygulamanın Offline Navigasyonu da olduğu için wi-fi veya internet
ihtiyacı olmadan rahatlıkla kaybolmadan gezdik. İlk olarak, muhtemelen Roma’ya
gidenlerin ilk uğrak noktası olan Piazza Del Popolo’da başladık dolaşmaya.
|
Piazza Del Popolo |
Adını Neron’un ortada gezinen hayaletinden kurtulmak için 1472 yılında
yaptırılan Santa Maria del Popolo bazilikasından alan meydan ‘Halk meydanı’
anlamına geliyor. Meydanın ortasında M.Ö. 13 yy dönemine ait olan Roma’nın en
büyük obeliski ve bunun çevresinde ise Fontana Dei Leoni bulunuyor. Neptün
Çeşmesi ve Obelisk çeşmesi de meydanı süslüyor. Meydanın karşı tarafında ise Roma’nın
en ünlü caddesi olan Via Del Corso bulunuyor. Via del Corso’yu karşınıza
aldığınızda sağ tarafta Fontana del Nettuno ve Fontana della Dea Di Roma,
Pincio Tepesi ve Villa Borghese bulunuyor.
|
Via Della Croce |
Popolo meydanından sonra Via Del Corso yönünde yürümeye başladık.
Acıktığımız için kendimize bir restoran ararken Del Corso üzerindeki bir ara
sokakta Gusto adlı restoranı gördük. İlk pizzamızı ve makarnamızı burada yedik.
Hemen karşı tarafında bulunan Il Vero Alfredo (Gerçek Alfredo) adlı restoranı
da fettuccine Alfredo severler için tavsiye etmek isterim, muhtemelen bu konuda
Roma’daki en doğru adres.
Yemeğimizi yiyip dinlendikten sonra sıra tatlılara gelmişti.
Yine Roma’nın konusunda en popüler yerlerinden biri olan Pompi Tiramisu hemen
karşı taraftaki sokaktaydı (Via Della Croce ). İnsanlar tiramisularını alıp
sokağın bir köşesinde yere çökerek veya ayakta tatlılarını yiyorlardı. Biz de
tatlılarımızı alıp bir mağazanın vitrininin önüne çöktük.
Via Della Croce Sokağının köşesinden sağa dönünce İspanyol
merdivenlerinin olduğu Piazza Di Spagna karşılıyor bizi. Ancak İspanyol
merdivenleri bakımda olduğu için kapatılmıştı. Francesco de Sanctis tarafından tasarımlanmış
ve 1725 yılında açılmış olan merdivenler, Trinita dei Monti kilisesine çıkan toplamında
135 basamaklı Avrupa’nın en geniş merdivenleridir. İspanyol merdivenlerinin
hemen başında ise Barcaccia çeşmesi bulunur. Meydanda neredeyse sürekli bir kalabalık
var. Merdivenlere de çıkamadığımız için pek bir şey anlamadık aslında.
|
Trevi Çeşmesi |
Roma’nın turistik ara sokaklarında yürümek gerçekten keyifliydi.
İspanyol merdivenlerinden sonraki hedefimiz ise ‘Aşk Çeşmesi’ olarak bilinen ve
Roma’daki birçok çeşmenin en ünlüsü Fontana Di Trevi’ydi. Gelen ziyaretçilerin dilek
dileyip para attığı havuz turistlerin en çok ilgi gösterdiği yerlerden birisi,
o yüzden pek boş bulmak imkansız. İnanışa göre dileğinizin gerçekleşmesi için
dileğinizi diledikten sonra parayı sağ elinizle tutup sol omuzunuzun üzerinden
havuza atmanız gerekiyor. Havuza atılan paralar yılın belli dönemlerinde
toplanıyor ve yardıma muhtaçlara ulaştırılıyor. 2016 yılında toplanan para 1,4
Milyon Euro olmuş ki bu Roma’daki saray müzelerinin topladığı paradan 1,1
Milyon Euro daha fazlaymış.
Trevi çeşmesinden sonra yürüyerek Roma Termini’ye döndük ve
oradan metro ile otelimize ulaştık. Bologna semtinde akşam yemeği için
kendimize çevrede en fazla tavsiye edilen restoranlardan biri olan ‘I
Magnificio’ adlı restoranı bulduk. Keyifli bir İtalyan akşamında yemeğimizi
yedikten sonra otelimize döndük.
2. gün için planımız gezimize Kolezyum’dan başlamaktı. MS 80
yılında inşa edilmiş olan Kolezyum, 50 bin kişilik bir gladyatörlerin vahşi
hayvanlar ve birbirleri ile dövüştürüldüğü bir amfitiyatro olarak inşa edilmiş.
Yıllar içerisinde depremler ve doğal afetlerden dolayı oldukça zarar görmüş. Kolezyum’un
yanıbaşında ise MS 4.yy’da inşa edilmiş olan Arc Di Constantino ( Constantino
Takı ) yer alıyor. İlk hristiyan imparator Constantino’nun imparator
Maxentius’a karşı kazandığı zafere adanmış.
Kolezyum’un hemen karşı tarafında eski Roma imparatorluğu
bulunduğu ve yönetildiği merkez olan Roman Forum bulunuyor. İçerisinde pek çok
tapınak ve tarihi kalıntılar bulunan bölgenin en güzel eserlerden biri ise
hemen girişte bulunan Titus Kemeri ve sonrasındaki Septimus Severus Kemeri.
Eğer içeri girmez ve Kolezyum’un önündeki caddeden devam ederseniz Roman
Forum’unu tepeden görebileceğiniz ve fotoğrafını çekebileceğiniz İmparator
Sezar’ın heykelinin bulunduğu küçük bir parka ulaşıyorsunuz. Biz de bu şekilde
yolumuza devam edip burada bir süre dinlenip soluklandık.
Roman Forum’undan hemen yanı başında ise Roma’nın en güzel
yerlerinden biri olan Piazza Venezia’ya var. Burada kentin en görkemli
yapılarından biri olan Il Vittoriano‘yu görebilirsiniz. Yapım çalışmaları
1885’ten 1911 yılına kadar süren ve İtalyan birliğini kutlamak üzere inşa
edilerek, yeni ulusun ilk kralına adanan Vittoriano, aynı zamanda Altare della
Patria‘yı yani İtalya’nın 1. Dünya Savaşı Meçhul Asker Anıtı’nı da kapsar. Merdivenlerinden
yukarı çıktıktan sonra neredeyse tüm Roma ayaklarınızın altında yer alıyor.
II. Vittoriano’nun hemen karşısında ise şehrin en ünlü
alışveriş caddelerinden biri olan Via Del Corso uzanıyor. Biz de II.
Vittoriano’yı gezdikten sonra Via Del Corso üzerinden Piazza Del Popolo’ya
doğru devam ettik. Yol üzerinde muhteşem mimarisi ile ‘Basilica dei Santi
Ambrogie e Carlo al Corso’ çıktı karşımıza. Burayı da mutlaka girip görmenizi
tavsiye ederim.
Yemek yemek için tekrar Via Della Croce sokağına yöneldik.
Buradaki hedefimiz sokağın sonunda yer alan Pastificio adlı makarnacıdan makarnalarımızı
alıp bir köşede yemekti. Son derece salaş bir yer olan Pastificio’da
makarnaları kilo ile satıyorlar ve muhtemelen konusunda Roma’daki en ucuz
mekanlardan birisi. Makarnayı plastik kaplara koyup yine plastik çatal-bıçak
veriyorlar yanında, siz de bir köşede oturup bunları afiyetle yiyorsunuz.
Makarnalar hemen gözünüzün önünde açılıyor ve pişiriliyor. İsterseniz pakette
satılan makarnaları alıp götürebilirsiniz. 3,5-4 Euro’ya işlem tamam.
Makarnalarımızı yedikten sonra Pastificio’nun hemen yan tarafında
yer alan Salsamenteria-F.lli Fabbi adlı şarküteri dikkatimi çekti. İnsanlar
içeride sıraya girmiş sandviç yaptırıyorlardı kendilerine. Bir süre nasıl
yaptıklarını izledikten sonra ben de almaya karar verdim. Sistem şöyle işleyor
: ‘Tezgahta bulunan peynir, jambon, vs çeşitlerinin istediğinizden istediğiniz
kadar dilimletiyorsunuz, 3-4 dilim yeterli oluyor genellikle. Sonra ekmeğinizi
seçiyorsunuz, hemen yan tarafta bulunan soslardan da ekmeğin arasına sürdürüp
afiyetle yiyorsunuz. Tezgah arkasında duran elemanlar da size yardımcı
oluyorlar, ne de olsa yabancılara alışmışlar. Ne kadar fiyat ödeyeceğiniz
ekmeğin arasına koyduracağınız malzemeye bağlı.’
İlk gün çıkmadığımız Pincio Tepesi ve Villa Borghese’yi
gezmek için sandviçimizi yedikten sonra hemen yakınımızda olan Popola Meydanına
doğru yöneldik.. Bayağı dik merdivenler ve yürüme yolundan sonra Pincio
tepesine ulaştık. Pincio tepesi ağaçlar içerisinde geniş bir park ve Popolo
Meydanını tam tepeden görüyor. Popolo meydanının muhteşem fotoğraflarını çekmek
için buraya mutlaka çıkmanızı öneririm, özellikle sabah ve öğlen vakti çıkmakta
fayda var, çünkü öğleden sonra güneş karşıdan vurduğu için çekimi bozuyor.
Parkı gezmek içinse elektrikli mini bir tren var, ayrıca bisiklette kiralayabilirsiniz
eğer isterseniz.
|
Giolitti |
Bu kadar gezip yorulduktan sonra dondurma yememek olmazdı. O
yüzden bir sonraki hedefimiz Roma’nın en ünlü el yapımı dondurmacısı olan
Giolitti’ydi. Roma dondurmaları genel anlamda ünlü, çok da ucuz değiller.
Yalnız dondurmalarda da yapımı ve fabrikasyon üretimler var. Bu yüzden el
yapımı dondurma yemek istiyorsanız kapısında ‘Gelato Artigianale’ yazmasına
dikkat etmelisiniz. Giolitti 1900 yılından beri faaliyette olan kalabalık bir dondurmacı.
İstediğiniz büyüklüğe ve çeşide göre fiyatını önce kasadan ödeyip fişinizi
alıyorsunuz. Sonrasında da fişi görevliye verip istediğiniz çeşitteki
dondurmalardan alıyorsunuz. O kadar çok çeşit var ki kafanızın karışmaması için
önceden tespit edip fişinizi ona göre görevliye vermenizde fayda var. Giolitti’den
sonra yine sokak aralarında yürüyerek metro durağına oradan da Bologna semtindeki
otelimize döndük. Böylece 2.günkü gezimizi de tamamlamış olduk.
|
Aslan Terbiyecisi |
Kaldığımız yer daha çok İtalyanların olduğu bir semtti ve burada
en çok hoşumuza giden şey öğleden sonra hava serinleyince İtalyanların yaşlısı
genci sokağa dökülüyor, giyinmişler, süslenmişler, ya yol üzerindeki kafelerde oturup
sohbet ediyorlar ya da yürüyüş yapıyor, yolda tanıdıklar karşılaştıklarında
ayak üstü sohbetler, laf atmalar, şakalaşmalar. İstisnasız her gün
görebilirsiniz bu kalabalığı cadde üzerinde.
3.gün önceki günlere nazaran biraz daha erken kalkıp yollara
düştük. Bugünkü planımız Vatikan’ı gezmekti ve çok kalabalığa kalmak
istemiyorduk. Metro ile Vatikan’a gitmek için kırmızı hatta binip Ottaviano
istasyonunda indik ve yaklaşık 20 dk’lık bir yürüyüşle Vatican City’e ulaştık. Ancak
Roma Termini’den otobüsler de kalkıyormuş, eğer yürüyüş mesafeniz daha kısa olsun
istiyorsanız otobüsleri de tercih edebilirsiniz.
Vatican çevresi gördüğüm kadarıyla Roma’nın en nezih yerleri
arasında yer alıyor ve eğer bir daha roma gidersem mutlaka bu çevrede kalmak
isterim. Özellikle Vatican City’e giden Via Cola di Rienzo ve Via Leone IV caddelerini
çok sevdik.
San Pietro Meydanı’na ulaştığımızda korktuğumuz başımıza
gelmişti. İçeri girebilmek için yaklaşık 1 saat kuyrukta bekledik, X-Ray
cihazları ile yapılan güvenlik kontrolünden sonra artık diğer taraftaydık.
Öncelikle gideceğimiz yer hem dünyanın en büyük Katolik kilisesi hem de 60 bin
kişilik kapasitesi ile de dünyanın en büyük kilisesi olan San Pietro (Aziz
Petrus) Bazilikası’ydı. Aziz Petrus Bazilikası, İsa’nın havarilerinden olan
Petrus’un gömülü olduğuna inanılan yerde 1506 ile 1626 yılları arasında inşa
edilmiş. Mimarları arasında Michelangelo ve Bernini de bulunuyor.
|
Mickey Vatikan'da |
Bazilikanın en önemli eserleri Michelangelo’nun İsa’nın
cansız bedeninin Meryem’in kollarında yattığı heykeli La Pieta (girişte sağda)
, Bernini’nin Aziz Petrus’un mezarının tam üstüne inşa ettiği söylenilen 4
kolon ve 1 tavandan oluşan 20 mt yüksekliğindeki baldachin’i ve Rafael odaları
olarak bilinen ve Rafael ve arkadaşları tarafından 1500’lü yılların başında
tamamlanmış olan odalar. Aslında Vatikan’ı daha iyi anlayabilmek için okuyup
araştırdıktan sonra gitmekte fayda var. Aziz Petrus Bazilikasından sonra kapıda
satılan randevu saatli biletten aldıktan sonra Vatikan müzeleri ve Sistine
Şapeline geçtik.
İnternet üzerinden de randevulu bilet alabiliyorsunuz, ayrıca
eğer bütçeniz müsaitse rehberli turları tercih etmek de eserler hakkında bilgi
almak için önemli. Biletlerinizi Vatikan’ın resmi web sitesinden de
alabilirsiniz. Bu arada uyarmak isterim, randevusuz giderseniz eğer saatlerce
kuyrukta bekleyebilirsiniz. Belli bir güzergah takip ederek hem müzeyi hem de
Sistine şapelini gezebilirsiniz. Özellikle şapelin duvarlarında dönemin birçok
ünlü sanatçısının eserleri bulunuyor. Bunların en önemlileri ise Michelangelo’nun
‘Adem’in Yaratılışı’ ve ‘Kıyamet Günü‘ eserlerinin bulunduğu sahneler. Müzenin
ve şapelin bulunduğu binanın yan tarafında ise Vatikan bahçeleri var.
İçerisinde bahçe ve park bulunuyor ve komiktir ki bu bahçeler dünyanın en küçük
ülkesinin yüzölçümünün yarısını kaplıyor.
Vatikan da son kalan yapı Castel Sant’ Angelo. Fatih Sultan
Mehmet’in oğlu Cem Sultan’ın da bir süre sürgünde tutulduğu yer olan kale MS
136 yılında inşa edilmiş. Vatikan Sarayına kadar uzanan gizli geçitleri olan ve
tehlike anında papanın kaçmasına yardımcı olmak için inşa edildiği söylenen
kale ortaçağda bir dönem hapishane olarak da kullanılmış.
Müzeyi ve Sistine Şapelini de gezdikten sonra oldukça
yorulmuş bir şekilde yemek yemek için biraz önce bahsettiğim Via Leone IV
caddesi üzerinde bir restorana girdik. Yemekten sonra Vatikan çevresindeki
sokaklarda dolaşırken Hintlilerin sattığı magnetler ve anahtarlıkların olduğu
tezgahlara denk geldik. Vatikan’da tanesi 3 Euro’ya satılan hediyelik eşyalar
buralarda tanesi 1 Euro. Bir süre ara sokaklarda dolaştıktan sonra otelimize
dönmek üzere yine geldiğimiz yoldan metro istasyonuna yürüdük.
Akşam otelin yakınında bulunan Mizzica adlı pastaneye geçip
tatlılarımızı yedikten sonra günü tamamladık. Aslında gün içerisinde bu kadar
fazla gezip akşama kadar yorulduğunuz için geceleri otelden pek çıkmak
istemiyorsunuz.
4. ve son günümüzde ise listemizde olan ancak henüz
gezemediğimiz bazı yerleri gezecektik. Sabah kalkıp Mizzica’da kahvaltımızı yaptıktan
sonra düştük yollara. Son günümüze Roma’nın en güzel semt pazarlarından biri
olan Campo de’ Fiori ile başladık. Oldukça renkli bir Pazar olan Campo de’
Fiori’de gezmekten zevk aldık. Ayrıca hemen yanı başında bulunan ünlü bir fırın
olan (pizzacı-sandviççi-pastacı) Forno Campo de’ Fiori’de ayaküstü sandviç ve
pizzalarından yedik. Özellikle biscottileri süper.
Buradan sonra şehri dolaşmaya devam ettik ve bir kez daha II
Vittoriano’ya uğrayıp Via Del Corso üzerinden yürüdük. Gezerken cadde
üzerindeki sokaklardan birindeki kalabalık dikkatimizi çekti ve biz de kalabalığı
takip etik ki karşımıza muhteşem tasarımı ve mimarisi ile yine bir kilise çıktı.
Piazza S.Ignazio meydanındaki kilise, adını bilmiyorum ancak yine muhteşem
eserler var içerisinde. Burada bir süre dinlendikten ve fotoğraf çektikten
sonra yolumuza devam ettik.
Trevi çeşmesine bir kez daha uğradık ve hep beraber birkaç
fotoğraf daha çektik. Bu arada karnımız acıkmış olacak ki foursquare’den
bulduğumuz ve muhtemelen Türkler arasında bayağı popüler olan Cantina E Cuccina
adlı restorana doğru yöneldik. Gerçekten tavsiye edildiği kadar güzel bir yer
bence. Ortamıyla ve garsonların sıcak tavırları ile ününü haketmiş, fiyatları
da gayet uygun görünüyordu. Önden ilk defa yiyeceğimiz kızarmış enginar söyledik
ki ilk defa yiyeceğimiz bir yemek olacak. Ancak yedikten sonra tadı damağımızda
kaldı, sonrasında ise biftek söyledik Roma’daki son günümüzde bayağı keyifli
bir yemek yemiş olduk. Yemeklerimizi yedikten sonra üzerine dondurma yemek için
bu sefer Frigidarium adlı Roma’nın 2.popüler dondurmacısına doğru yöneldik.
Oldukça küçük bir dükkan olan Frigidarium önünde bayağı bir kuyruk vardı.
Sıramızı bekleyip dondurmamızı aldık ve dükkanın hemen önündeki bankta oturup dondurmamızı
yedikten sonra Piazzo Navona meydanına doğru yola koyulduk.
Piazzo Navona
dünyanın ilk meydanı olma özelliğine sahip. İlk girdiğiniz andan itibaren
büyülü bir atmosfere sahip. Bu atmosferden o kadar etkilendik ve hoşumuza gitti
ki açıkçası ayrılmak istemedik.. Meğer en güzel meydanı en sona saklamışız. Navono
meydanı yaklaşık 2000 yıl önce inşa edilen ve 30 bin kişi kapasiteli Domitian
Stadyumunun üzerinde yer alıyor. Etrafındaki binaların çoğunluğu ise 16-17.
yy’da inşa edilmiş. Meydanda Fontana dei Quattro Fiumi ( Dört Nehir Çeşmesi) ve
Fontano Del Nettuno ( Neptün Çeşmesi ) yer alıyor. Bernini tarafından
tasarlanan Dört Nehir Çeşmesinde her bir heykel bir kıtayı temsil ediyor (
Amerika, Afrika, Asya ve Avrupa )
Buradan sonra Pantheon’a geçtik. ‘Tüm Tanrıların Tapınağı’
anlamına gelen Pantheon, MS 2.yy’da yapılmış ve günümüze kadar en iyi korunmuş
yapılardan biri özelliğini taşıyor. Ayrıca altında destek olmadan inşa edilmiş
en büyük kubbeli ilk yapılardan. Başlangıçta Roma tapınağı olarak inşa edilen
yapı daha sonraları katolik kilisesine dönüştürülmüş. Kubbe, dev göz adını
verdikleri yerden yüksekliği ile çapı aynı olan cam bir kubbeden oluşuyor ve
ortası açık. Döneminin tam bir mühendislik ve mimarlık harikası olarak yapılan
tapınakta italyan sanatçı Raphael ve
bazı roma imparatorlarının lahitleri de bulunuyor.
|
Pantheon |
Pantheon’dan sonra Roma Termini’ye yürüyerek gitmeye karar
verdik ancak oldukça dik bir yokuş tırmanmak zorunda kaldık ve bu bizi oldukça
yordu. Yolumuzun üzerinde karşımıza Palazzo Del Espizioni çıktı. Buradan Piazza
Della Republica’ya doğru devam ettik. Meydana geldiğimizde Dubai’den
tanıdığımız Eataly adlı restoranı görünce akşam yemeğimizi yemek için içeri
girdik. (Bu arada Dubai’deki daha keyifliydi)
Sonrasında ise Roma Termini’ye gidip son gecemizi geçirmek
üzere otelimize gittik. Ertesi sabah erkenden otobüs ile Floransa’ya doğru yola
koyulacağız.
visited 25 states (11.1%)